İnternet ve yurttaş haberciliği olmasaydı halimiz perişandı


1 - Küçük aksilikleri asla küçümseme, asla!


Evet, yukarıdaki başlığın ifade ettiği hususu kaale alıyor ve ilk maruz kalındığında önemsiz ve küçük gibi duran ihmal, aksilik ve olumsuzlukların üzerine derhal ve ciddiyetle gidilmelidir diyorum. 

Onları dikkate almaz, küçümser, 'n'olcak canım, telafi edilir nasılsa!' diye tedbirsizlik, tembellik ve eyyamcılık yaparsanız, bu durum, ilerde ağır bir bedel ödeyeceğiniz çok vahim bir gailenin tetikleyicisi olabilir pekalâ.

Bu minvalde yaşadığım, ve, ilki olumlu (buna, bu metin boyunca 'Beyaz 
Vak'a' denilecek), diğeriyse olumsuz (ilerleyen satırlar boyunca bu da 'Siyah Vak'a şeklinde adlandırılacak) sonuçlanan, iki tecrübemi paylaşacağım ilerleyen satırlarda.

Ama, ondan önce, olumlu neticelenen tecrübemin (Beyaz Vak'a), bu şekilde sonlanmasına katkı veren internet bazlı kimi dinamiklere ve fenomenlere işaret edeceğim.

İnternet; yaşadığım, küçük gibi gözüken; ancak, ima, nispet ve ifade ettiği potansiyel tehditler dairesi, yukarıda da dillendirildiği üzere, ıskalanırsa, akabinde insanın başını ciddi olarak ağrıtabilecek olan ilk sıkıntılı tecrübemin (Beyaz Vak'a) olumlu bir şekilde çözümlenmesinde son derecede kilit bir rol oynadı.

2 - İnternet: 'imkânlar imkânı'

Son söylenecek şeyi peşinen dillendiriyor, az sonra paylaşacağım, ve, ehemmiyetli ve kallavi bir probleme dönüşme istidadı ve potansiyeli olan mezkûr hadisenin (Beyaz Vak'a) çözümünde yaptığı anlamlı katkı dolayımından yola çıkarak, 'insan, yurttaş, tüketici, çevre, hayvan, mantar, virüs, ağaç, rüzgâr, su, mineral, element, molekül, atom, atom altı partikül, Higss Bozonu hakları,...,ilnh....., ezcümle, varoluş küresindeki her şeyin haklarını ihlal eden durumlarda, yardımımıza koşan internet iyi ki varmış!' demekten alıkoyamıyorum kendimi. Bir diğer deyişle 'internet, bir imkânlar imkânı'dır!


Bu arada, internet denen bu büyük imkânlar ummanının, okunulan bu metinle ilgili bileşenleri / alt kırılımları olan, ve, an itibarıyla, kabaca 2 milyar civarında insanın katkı verdiği düşünülen yurttaş gazeteciliğinin de alt yapısını oluşturan Google'ı, Blogger'ı, Twitter'ı, Facebook'u ve İnstagram'ı zikretmeden ilerlemenin de, haktan hukuktan bahseden bir retoriğin, kendi kendisine ihanetiyle, ve, adeta 'ayağına sıkması'yla eşdeğer tutulması gerektiğini düşünüyorum.

Öte yandan, internet kozmosunun, yurttaş haberciliği mecrasından müstakil olarak ilerleyen bir başka ana damarı daha var: internet üzerinden yapılan alışverişler, ya da, e-ticaret.

3 -  Hayatımızın vazgeçilemez bir parçası: e-ticaret:

E-ticaret; dünya iktisadiyatındaki ağırlığı, önemi ve payı giderek artan bir sosyo-ekonomik süreç. Bu durum, ister istemez, kapitalist marketin had safhada küreselleşmesine, ve, çok kolay erişilebilen fevkalâde dinamik bir veçhe kazanmasına neden olmakta. Bu manzaranın; çok gelişkin, sofistike ve refleksleri itibarıyla da olağanüstü cevval bir kargo sektörünün varlığını icbar ettiği ortadadır. Ülkemizde son 15 yılda kargoculuk alanında yaşanan câri gelişmeler, bu genel durumun bir izdüşümü ve somut bir nişanesi gibidir.



Çoğu kişi gibi, benim de ilk internet
ticaretim amazon üzerinden oldu.
Netten yaptığım alışverişlere gelince; bu faaliyet, 15 yıldır hayatımın önemli ve renkli bir safhasını oluşturmakta. E-ticaret'in, miktar ve bedel olarak, sürekli artışının cebir disiplinindeki ifade edilişi olan denklemin, analitik geometrideki mütekabili; başlangıçta üstel, akabinde geometrik, ve en nihayetinde de, aritmetik mahiyette olan bir eğriyi betimler (bu 'eğrinin eğrisi', üstel'den aritmeriğe doğru giderken küçülür). Bu hal, bahse konu 'e-ticaret gelişim eğrisi'nin 'fıtrat'ına içkin olup; onun sosyolojik ve iktisadi bütün yansımalarını tayin ve domine eden teknik bir özeliktir.

Bayram öncesi kendime bir güzellik yaptım (kendimi şımarttığım şeklinde de okunabilir), ve, Gittigidiyor'da açık arttırma formatında satışa sunulan bazı nadir yabancı çizgi romanların (çr) müzayedesine girdim. 

Bahse konu ürünlerin Antalya'da mukim satıcı ile güzel de bir diyalog tesis ederek, müzayedeye konu eserler hakkında ayrıntılı bilgi sahibi oldum. Bu sayede, 'acaba kondisyonları nasıl; eksiği, gediği, yırtığı, lekesi, hasarı var mı?' merkezindeki kuşkularım tamamıyla izale oldu, ve, gönül rahatlığıyla peylerimi yükselttim. 

4 - Müzayedeye şehveti diye bir şey var, bu kesin!


Öyle ki, tekliflerimi son revize ettiğimde gözden çıkardığım meblağlar, (müzayedelerde tavan yapan endorfin ve adrenalin düzeylerinin etkisiyle yaşanan o 'orgazmik' duygu durumunun pekiştirdiği, ve, erbabınca 'koleksiyoncu şehveti' diye tavsif edilen ruh halinin sonucunda), bu işe girişirken ödemeyi düşünmediğim astronomik tutarlara kadar yükselmişti. Neticede, bu bonkörlüğümün hasadını yapmış, oldukça nadir olan bu çr'lardan bazılarını kazanmıştım. Bu durum, beni ziyadesiyle sevindirdi. 

Öyle ya, üstatlar, büyük sahaflar, sıkı koleksiyonerler 'yeniyi çıktığında, eskiyi bulduğunda al; sakın kaçırma!' dememişler miydi. Ben de büyük sözü dinlemiş, ve, göz ve gönül koyduğum nadirattan kimi grafik roman, çr, ve çr kültürü eserine; cüzdanımda, hesapta olmayan bir kara delik açılması pahasına, talip olmuş, ve, muradıma da ermiştim. 

Ben sevinmeyeyim de, kimler sevinsindi? Hemen ödemesini yaptım; satıcı da, vakit geçirmeden kargolama işlemini gerçekleştirdi.
Nicolas Cage, koleksiyonundaki Action Vomics'in 1. sayısını, 11 Kasım 2011'de, ebay'deki
bir müzayedede, $ 2,161,000'a satmıştı. Aynı çok nadir çr, 24 Ağustos 2014'de $ 3,207,852'a
satıldı. Kıssadan hisse: nadir çr'lar bir servet edebiliyor!

5 - 'X' Kargo Şirketi bir dünya markasıdır!, ya da; 'Beyaz Vak'a' başlıyor!

Göndericinin tercih ettiği kargo şirketinin 'X' olması beni ekstradan memnun etti; zira, daha önceki tecrübelerimden bildiğim kadarıyla, ilkeli ve titiz bir dünya markasıydı bahse konu bu kurum. 

Bu gibi durumlarda hep yaptığım üzere, gönderinin seyahatini 'X'in kurumsal sitesi üzerinden adım adım izlemeye başladım.

Ara aşamaları atlayarak devam ediyorum; 30 Eylül 2014, Salı günü, saat 09.00 sularında, bahse konu şirketten bir kurye beni arayarak açık adresimi istedi; hem onu, hem de adresin oldukça ayrıntılı bir tarifini verdim. 


Nicolas Cage'in Action Comics'i kadar nadir ve kıymetli olmasa da, bunlar da Türkiye'de pirim yapan değerli ve zor bulunur çr'lardan bazılarıdır.




Arayan şahsa, saat kaçta gelebileceklerini sorduğumda, '17.00 - 18.00 gibi' cevabını aldım.


Bunun üzerine, esasen İstanbul'a inmem gerekmesine karşın; kitaplarımı, ev ahalisinden bir başkasının değil de, bizzat kendimin almasını tercih ettiğimden, yuvamda, home office'imde kalmaya, ve, bahse konu, bekleme süresinde de, başta blogum olmak üzere, çeşitli internet mecralarına koymayı düşündüğüm metinlerim üzerinde çalışmaya karar verdim.

Diğer birçok şeyin yanı sıra, ağırlıkla http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2013/10/ingrid-bergman-zirveye-tasyan-cemaat.html linkinden erişilebilecek olan etüdüm üzerinde çalıştığım bu zaman zarfında,doğrusu bu ya, bu gibi hallerde hep deneyimlediğim üzere, saatlerin çok hızlı aktığını, ve, 20.00'ye dayandığını fark edememiştim.

6 - Yazarken kendini kaybetmek
Borges'in  'Sonsuz Kozmik Kitaplığı'nın simülasyonu olan
Google olmasayıdı, nice olurdu halimiz?

Araştırma (yaşasın Google!!!) ve yazma faaliyetlerine aşırı motive olduğum, insanlığın entelektüel dağarcığına kendi çapımda ve ölçeğimde, mütevazi katkılar vermeye normalden fazla konsantre olduğum periyotlarda; adeta zaman dışındaki bir boyutun parçası olur, geçmiş  ve gelecek kiplerini yitirmiş, kesintisiz ve aşırı genleşmiş bir mütemadi şimdiki halin merkezinde yaşarım. 

Buna benzer duygu durumu ve ruh hallerinin, bu satırların okuru için de bilindik manzaralar olduğundan eminim (bir başka bahse geçmeden, parantez içinde de olsa vurgulamam şart: araştırır ve yazarken, Borges'in ifadesiyle, 'sonsuz ve kozmik bir kitaplık' hüviyetindeki Google'dan âzami faydalananlardanım; bu arada da, olabildiğince 'Bildimcik Böceği' durumuna düşmemeye de gayret ediyorum tabii; http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2014/09/bildimcik-bocegi-kavram-insanlga-hayrl.html#more).
Vay canına, zaman su gibi
akmış YâHû!?!

Yazmaya odaklandığım, ve, birkaç saate mütecaviz olduğunu sandığım bir süreden sonra, notebook'umun acımasızca hayatı öğüten saati nihayet dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Onun şuuruna varmamla birlikte de, irkilip yerimden sıçrayıverdim. Nasıl irkilmeyeyim ki; en son baktığımda 09.30 olan saat, nasıl olmuşsa olmuş, 10.5 saat öteye, 20.03'e zıplayıvermişti.

Kargonun da henüz gelmemiş olduğunun ayırdına varmam da aşağı yukarı aynı sıralara denk düşer. Hemen akabinde, 'şimdiye kadar gelmediyse, bugün gelmez artık!' kavrayışına erişmem çok da zor olmamıştı..

7 - Kargo aşamasında ortaya çıkan beklemediğim 'arıza'!

'X' Kargo'dan sabah arayan kurye, en geç 18.00 gibi geleceklerini söylediğine, ve, saat de 20.00 olduğuna göre, 'mutlaka bir aksilik olmuş olmalı!' diye düşünmüştüm. İlk şaşkınlığımdan kurtulduktan sonra, atığım birinci adım kargo şirketinin sitesine girereksiparişimin akıbetini sorgulamak oldu.

Ortaya çıkan sonuç üzücüydü; zîrâ, ilgili sayfada, İngilizce olmak kaydıyla, 'evde bulunamadı!' ifadesi yer almaktaydı. Hilafi hakiki bu beyan karşısında, vakit geçirmeden xxx x xxx'den 'X' kargonun müşteri destek hattını arayarak, olan biteni paylaştım.

Gayet kibar ve ilgili bir çalışan olan muhatabım, notlarını aldı ve gereğini yapacağını söyledi.

***Ancak, artık 'işkillenmiş' olduğumdan, müşteri destek hattıyla irtibat kurmakla yetinmeyerek, bu sefer de şikâyetimi 'X''nin sitesindeki e-mail kanalıyla da ilettim;
***Bununla da yetinmedim, şirketin Facebook'taki sayfasında da şikâyetimi paylaştım; hem de 3 - 4 kere yaptım bunu;
***Bununla da yetinmedim, olayı blogumda paylaştım;
***...ve, nihayet, bununla da yetinmeyerek, olayı bir de Twitter üzerinden paylaştım.

8 - Hunharca ve amansızca takipteyim!

Ertesi gün, 1 Ekim 2014, Çarşamba, 09.00 sularında; bir önceki günün sabahında arayan 'X' Kargo'nun kuryesini, telefonumdaki kayıt üzerinden, cepten aradım. Ona, 'evde olduğum halde, neden olmadığım şeklindeki yanlış bir bilginin, şirketin resmi sitesinin ilgili arayüzünde yer almasına yol açacak gerçek dışı bilgileri aktardığını' sordum. 

Muhatabım, arayanın kendisi olduğunu, gönderiyi ise bir başka arkadaşının dağıtıma çıkardığını, bu yüzden de, bahsettiğim gelişmeden haberi olmadığını söyledi.

Hemen akabinde, 'X' Kargo'nun müşteri destek hattını arayarak olayı tekrar ve bütün safahatıyla paylaştım. Muhatabım bana, olayın kendi ukdesinde olduğunu, kuryelerin çıkış lokasyonuna dönüş saati olan 12.00 - 12.30 aralığından sonra bana geri dönerek, gelişmelerle ilgili bilgilendirme yapacağı teminatını verdi. Bu destek hattı çalışanı da, dün gece 20.00 sularında aradığım arkadaşı gibi; ilgili, profesyonel ve kibar biriydi.

Bilâharen, 'X' Kargo'nun müşteri destek hattından arayan diğer bir yetkili, kolimin yola çıktığını ve kısa zamanda elime ulaşacağı müjdesini verdi. Yanı sıra da, bir müşterilerini böyle üzdükleri için kurumsal olarak özür diledi. Bu medeni tavır, bende, 'işte 'X' Kargo gibi bir dünya markasına yakışacak örnek bir tutum!' lâfzıyla özetlenebilecek olan bir duygu durumu ve ruh halinin oluşmasına yol açtı.

Bir koleksiyoner, sipariş verdiği nadir kitaplarına kavuştuğunda,
en sevdiği yakınlarına olan hasreti dindiğinde yaşadığı ruh haline girer.
Bundan çok değil 2 saat sonra da, kolim geldi. Çok kibar bir arkadaş olan görevli, teslimatı yaparken, ''X' Kargo'nun sitesindeki kargo takip sayfasında yer alan gerçek dışı beyanın, ilgili çalışanın, sisteme giriş yaparken yanlış şıkkı seçmesi yüzünden oluştuğunu, sehven olan bu durum için özür dilediklerini' yineledi.

Onu yolculayıp, kütüphaneme çıktım; kitapları kontrol ederken memnun, mutlu ve mutmain bir ruh haline sahiptim artık. Olay, benim onu 'Beyaz Vak'a' şeklinde isimlendirmemi meşru kılacak mutlu bir nihayete kavuşmuştu zirâ.

9 - Dedim ya; iyi ki varsın internet!

Bütün bunlardan sonra, işlerin çok kısa bir sürede ve olumlu bir şekilde finalize olmasında, genel olarak (yukarıda 'imkânlar imkânı' şeklinde tarif ettiğim) internetin, özel olarak ise, başta Facebook ve Twitter gibi sosyal medya mecralarıyla, kişisel blogumun bir parçası olduğu Blogger gibi, yurttaş gazeteciliğinin imkân ve kanallarının belirleyici rolü olduğunu bir kere daha teslim etmenin zaruri olduğuna inanıyorum.

Ve , yine önceki bölümlerde vurgulandığı üzere; saydığım bu iletişim - bilişim - etkileşim vasatlarının; biz (sosyolojik ıstılahlarla (terimlerle) söylenecek olursa) 'sıradan yurttaşlar'ın, 'sokaktaki insanlar'ın, 'average people'ın, 'Mr. John Doe & Ms. Jane Doe'nun; daha adil, daha kaliteli, daha güvenli, daha huzurlu, daha konforlu, ve, eko-sistemle, dünyayla ve Kozmos'la daha uyumlu; ve, bütüncül (holistik) bir algı ve şuur temelinde cereyan eden; dolayısıyla da, uzun vadede gerçekten de sürdürülebilme şansı daha fazla olan bir hayat yaşamamıza vaki olumlu katkılarını çok önemsiyorum doğrusu.

10 - Çeneme mi vurdu; ağız ishali mi oldum?


Çeneme mi vurdu, yoksa ağız
ishali mi oldum?
Bunca lâfı niye ediyorum?














Bu arada, 'yaw amma takıntılı adammış şu Ziyaver Şencan; basit bir kargo gecikmesini, ve, bir kargo elemanının kendisi hakkında sarf ettiği, aslında çok sıradan olan gerçek dışı bir beyanı abartmış da abartmış, köpürtmüş de köpürtmüş! Bu 'osuruktan teyyare, selâm söyle o yare!'den başka nedir ki Allah aşkına?! İnce bellisinden, ve, en küçümeninden olmak kaydıyla, bir bardakta bile değil, adeta bir çay kaşığında koparılmaya çalışılan bu tayfunu anlamlı bulmaya; meselenin nahak yere bu denli dallandırıp budaklandırılmasını meşru görmeye mecbur muyuz biz?!? Adamın işi yok, gücü yok herhalde ki, öyle destanlar gibi, pehlivan tefrikaları gibi uzatmış da uzatmış, hababam yazmış durmuş. Bunca yersiz ve manasız gevezeliğin, bu denli ağdalı ve lastik gibi sünetilmiş bir lafazanlığın başka bir mantıklı açıklaması olamaz aslında. Bunun gibileri tarif için Türkçemizde 'çenesine vurmuş',ve de 'ağız ishali olmuş' gibi, gayet de yakışan tabirler, deyişler vardır. Ne diyelim, Allah şifasını versin tez zamanda!' dediğini duyar gibi oluyorum.
'...bla, bla, bla, bla, bla..'

Eskiden matbuat ve yayıncılık hayatında epeyce favori olan bir ifadeyi, 'fikir hür, tenkit muhterem!' klişesini satırlarıma taşıyor, ve bunun gönderme yaptığı anlam dairesine de sonuna kadar katıldığımı beyan ediyorum.

Ardından da, 'özelde bu metne, genelde de umumi müktesebatıma dair yapılabilecek bu kabil eleştirilere hürmet etmeme karşın, onların hakikatle mutabık olmadıklarına inandığımı', tarihe bir şerh olarak, düşüyorum.  

Beyaz Vak'a'yı paylaştıktan sonra; bu yazının ortaya çıkmasında belirleyici olan ikinci olayı, olumsuz sonuçlanan 'Siyah Vak'a'yı mercek altına almanın sırası geldi.

Çözümlenmesi fiilen 13.5 ay süren, ona maruz kaldığım ilk zamanlarda beni adeta zıvanadan çıkarıp, kriminal bir şeyler yapmanın eşiğine kadar getiren, ve, uzunca bir süre de e-ticaret'ten soğutan bir hadisedir 'Siyah Vak'a'. Öyle ki, onu takip eden yıllarda bile, zaman zaman, psikolojimi ve kimyamı olumsuz etkilediği anlar olmuştur. Hatta, maden samimi samimi ve 'itiraf ediyorum!' kıvamında konuşuyorum, oldu olacak, şunu da ekleyivereyim: neredeyse 10 yıl geçmesine karşın, onu bütün ayrıntılarıyla hatırladığım şu satırları yazdığım sırada bile, strese kapılıp öfkelendim. Bahse konu olayın benliğimde neden olduğu travmanın boyutları anlaşılmıştır sanırım.

11 - Buralar hep dutluktu.


Bundan aşağı yukarı 9.5 yıl kadar önce, 2005 yılının ilk aylarında; sektörü domine eden önemli bir yerli e-ticaret portalının düzenlediği oldukça avantajlı koşullara sahip ilkbahar kampanyasından, yüklüce bir kitap alımı yapmıştım. Halen faaliyet gösteren belli başlı kargo şirketlerimizden birisiyle gelecekti kolim. 

Normalden çok uzun bir süre geçmesine karşın, (o sırada, kolinizin nerede olduğunu an be an izleyebildiğiniz internet takip sistemi henüz uygulamaya konmamıştı) siparişim gelmeyince, kargo şirketini aramış, ve, teslimat adresinde hata yaptığımı öğrenmiştim.

Alışveriş sitesinde kayıtlı olanlar içinde, aktüel olan Ataköy adresim yerine, dalgınlıkla, yıllarca önce yaşadığım Halkalı Toplu Konutları'ndaki adresimi kullanmıştım. Kargo şirketi, (doğruluğuna hiç ihtimal vermediğim bir iddiayı dillendirerek), adresimde bulunamayınca, cebimden arandığımı, ancak cevap alamadıklarını iddia ediyordu. Bu yüzden de siparişim, bir müddet ilgili şubede bekletildikten sonra, Avrupa Yakası Lojistik Merkezi'ne devredilmişti.

'Kampanyayı düzenleyen e-ticaret şirketini niye aramadıklarını; şayet böyle yapmış olsalardı, satışı yapan söz konusu şirketin  beni uyaracağını' söylediğimdeyse, bahsettiğim tarzda bir uygulamaları olmadığı cevabını almıştım. Yaklaşık 15 güne yayılan, ve, her seferinde de, karşıma çıkan değişik kargo şirketi çalışanlarına olayları tekrar ve tekrar ve tekrar anlatmak zorunda kaldığım bu telefonlaşmalar canıma tak dedirtmiş, ciddi olarak öfkelenmeme yol açmıştı.

Genel merkezden konuştuğum bir yetkiliye, 'iş yerime yakın olan Avrupa Yakası Lojistik Merkezi'nize gelip, kolimi teslim alabilirim' dediğimdeyse, 'bunu yapamayacaklarını, gönderilerin ya teslimat adresinde, ya da ilgili şubede sahibine verilebileceğini'  belirtti.

Problemi çözmek anlamında 1 arpa boyu bile mesafe kat edilemeyen, bu yüzden de, çok başarısız ve verimsiz addedilebilecek bu 15 günün üzerine; hakikaten bıktırıcı, cidden bayıcı o malûm telefon trafiğiyle geçen ilâve 1 haftalık bir eziyet ve kahır dönemi daha yaşadım.


Aslında, bu problemin gidişatı 'Siyah Vak'a' diye nitelediğim fenomene doğru evrilmeyebilir; çözülmesi için gereken o çok basit, o çok sıradan birkaç adım atılarak, onun 'Beyaz Vak'a' şeklinde kavramsallaştırdığım hale transforme olması sağlanabilirdi. 'Nasıl olabilirdi bu?' diye sorulduğunda, 2005 başından, 2014 Eylül sonuna doğru, zamanda ileri bir sıçrama yapıp, yukarıda paylaştığım, ve, mutlu şekilde sonuçlanan kargo maceramı hatırlatarak cevap vermek mümkündür.

Malûm, gökdelenler, süper lüks rezidanslar ve AVM'lerin yükseldiği çok kıymetli ve 'mevki' muhitlerden geçerken, 'buralar zamanında hep dutlukmuş; 30 yıl önce babamgile önermişler, ama o, 'işim gücüm var, uğraşamam ben bu taşlı darlayla!' diyerek reddetmiş' demek milli sporlarımızdandır.

Şimdilerde, bu züğürt işi atmasyon ve masturbasyon eski popülaritesini yitirmiş; onun ikamesi olan 'o zamanlar Facebook da, Twitter da bomboştu; ayrıca, kimse blogger falan da değildi. Şimdiki aklım olsa, bu işlere taa o zamandan girer, internetin en mutena köşeleri kapıverirdim!' geyiği tedavülde bolca dolaşan bir söylem hüviyeti kazanmıştır. 
"Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır."
Arsa sahipliğiyle ilgili olan geyik ne denli saçma ve yararsızsa; onun, internet kullanıcılığına denk düşen güncel olanı ise, o denli hayata dokunan, faydalı, ve, gerçekçi bir retoriktir. 

Hakikaten de, eğer bu sıkıntılı süreci yaşadığımda sosyal medya kullanıcısı, ve, blogger olsaydım; hem e-ticaret, ve, hem de kargo şirketini mesaj bombardımanına tutar, onları, süreci hızlandırmaya ikna ederdim diye düşünüyorum.

Az önce bugüne doğru yaptığım zaman yolculuğunu, bu sefer de geriye doğru gerçekleştiriyor, ve, yine, o kâbusvari günleri yaşadığım 2005 başına dönüyorum. 

Bir Cuma akşamüstü, iş yerinde toplantıdayken, (siparişimi verip, ödemeyi yapmamın üzerinden 29, ve, siparişimin bana ulaşması gereken normal teslim tarihinin üzerinden de tam 22 gün geçtikten sonra) gelen bir telefondan; nihayet iyi bir haber alabildim. Kargo şirketi, kolimi o Cumartesi, yani, hemen ertesi gün, Bakırköy şubesine gönderecek; siparişimin Ataköy'deki konutuma intikaliyse Pazartesi gerçekleşecekti. Bu haberle içim, az da olsa rahatlamıştı.

Ancak, Murphy daima haklıdır, ve, onun yasaları da, kaçınılmaz bir şekilde; her zamanda ve zeminde hükmünü icra ederler ne yazık ki!

12 - İşlerin ters gitme ihtimali varsa, mutlaka ters giderler!

O hafta sonu İstanbul tufan misali yağan korkunç bir yağmura teslim olmuş, medya mecraları da, günlerce bunun haberleriyle çalkalanmıştı.  
Onca uyarıya, habere, yasal düzenlemeye karşın, dere yataklarındaki yapılaşmaya engel olunamaması; üstelik de bunlar arasında lüks rezidanslarla AVM'lerin de olması basının üzerine gittiği favori konulardandı. 

Selden büyük zarar görmüş önemli şirketlere ait depo, antrepo ve ofis binalarının görüntülerini içeren haberleri veren tv kanalları arasında zap yapıp, 'ulan daha akıllanamadınız be, beter olursunuz inşallah!' magidik tepkisini dillendirdiğimde; olup bitenin aslında beni nasıl da yakından ilgilendirdiğini, ve, takip eden 1 yıl boyunca, hem iş verimimi, ve, hem de özel hayatımı ciddi manada olumsuz etkileyecek gelişmelerin pimini çektiğini nereden bilebilirdim ki?!?

Pazartesi'yi zor etmiş; akşamüstü olduğunda da, her zamankine nazaran, oldukça erken bir saatte ofisi terk ederek kargo şirketinin Bakırköy'deki şubesine doğru adeta uçarak gitmiştim. Yolda, birazdan kavuşacağım kitapların hayalini kuruyordum. Kargo şubesindeki görevlilerin açıklamasıyla bu ümit ve sevinç dalgası, yerini, tam bir 'ŞOK!' haline bırakmıştı. 3 gün önce yağan aşırı yağışın neden olduğu sel, şirketin lojistik merkez deposuna büyük zarar vermiş, muhafaza altındaki binlerce gönderinin büyük kısmı da sel sularına kapılarak kaybolmuştu. 

Şube müdürü, zarar tespit çalışması yapılmakta olduğunu, en kısa zamanda bana döneceklerini söyledi. O perşembe, bahse konu dönüş yapıldı. Arayan yetkili, kargosu zayi olan benim gibi müşteriler açısından kaygılanacak bir durum olmadığını; zira, gönderiyi teslim almadığımız için, kolinin zilliyetinin halâ e-ticaret şirketinin üzerinde bulunduğunu paylaştı. Ödediğimiz para ise, e-ticaret ve kargo şirketlerinin hukuk servislerinin birlikte yürütecekleri bazı yasal prosedürlerin yerine getirilmesine müteakip, en kısa zamanda hesabımıza iade edilecekti.

Bana göre bütün bu sıkıntıları yaşamama neden olan anahtar mahiyetindeki olayı; yani, 'adreste bulunamadığımda, kendilerinde kayıtlı olan cep numaramdan aranmam gerektiği kuralına uyulmamasını, üstüne üstlük, elemanlarının, buna dair bir de yalan beyanda bulunduğu' ayrıntısını, 'gelinen verili durumda, basit ve üzerinde durulması gerekmeyen bir teferruat' olarak niteledi. Son olarak da bana, e-ticaret şirketinde ilişki kurmam gereken departmanın telefonu verdi. 

Çok uzun süre meşgul çalan o hattan, ızdırap dolu debelenmelerden sonra, nihayet birisiyle görüşmeyi başardım. E-ticaret şirketinin hukukçu kimlikli bir yetkilisiydi bu. Ona göre de 'endişe etmem için hiç bir neden yoktu; parasını ödediğim fatura muhteviyatının göreceği olası bir zarar riski, teslimat gerçekleşmediği için, % 100 onların ukdesindeydi. Parayı hesabıma iade etmeleri için minik bir ayrıntının hayata geçirilmesi gerekmekteydi'

'Bu ayrıntı' diye devam etti tok sesli hukukçu, 'kargo şirketinin, onunla yaptığımız lojistik anlaşmasının sevkiyat ve depolama ayaklarına dair olan taahhütlerini yerine getirip getirmediğinin tespitidir. Bunun için de, İTÜ'lü hocalardan oluşan bir bilirkişi heyeti, bizim iç denetim uzmanlarımız, ve, sigorta şirketimizin eksperlerinin bileşenleri olduğu geniş ve ehliyetli bir akil adamlar kadrosuyla, seylap mahalinde tetkikler yapacaklar. Bu tetkikler bittiğinde (tok sesli, kendinden emin edalı, ve , dublaj sanatçısı tınılı hukukçuya bakılırsa, 1-2 haftadan uzun sürmeyecek bir uğraştı bu), ödediğim paranın hesabıma iadesinin önünde hiç bir engel kalmıyordu'.

13 - Bazen, yok yere de katil olabilirmiş insan!

E-ticaret şirketinin hukukçu kimlikli yetkilisinin '1-2 haftadan uzun sürmez!' dediği tetkikler tam bir yıl sürdü. Paranın hesabıma iadesinin gerçekleştiği tarihle, siparişi verip ödeme yaptığım gün arasında ise, tam 13.5 aylık bir uçurum vardı!! 

Türkiye'nin en büyük holdinglerinin birinde Yönetim Kurulu Başkanıyla İcra Heyeti'nin Strateji Danışmanlığını yaptığım için, gelirim gayet iyiydi. Bırakın net maaşımla kıyaslandığında, onun zekâtı kadar bile olmamasını; elime geçmeyen siparişim, birkaç yüz liralık maliyetiyle, şirketimin bana tahsis ettiği aylık kitap ödeneğimin bile altında kalan bir meblağâ karşılık gelmekteydi. Buna rağmen, 'nasıl olur da alnımın teriyle kazandığım helâl paramı kaptırırım; nasıl olur da kazıklanırım; nasıl olur da tokatlanırım!?!' yaklaşımı (belki de gurur ve kibir virüsünün yol açtığı psiko-patalojik bir takıntı demek daha yerinde olur) yüzünden, o minicik meblâğ bana sanki milyonlarca liraymış gibi koymuştu.

Yukarıda da paylaştığım üzere, e-ticaret şirketinden paramı aldığım güne kadar geçen 13 ayı aşkın süre zarfında, bu olayı bir an bile aklımdan çıkarmam mümkün olamadı. Adres noktasında gösterdiğim özensizlik ve dikkatsizliğin tetiklediği, kargo elemanının ise beni cepten aramayarak tamamladığı bir belâydı bu. 

Kendimi, yaptığım bu hata yüzünden nasıl affedemiyorsam, o kargo görevlisini de bir türlü aklımdan çıkaramıyor, ve, bağışlayamıyordum. 

Bir psikanalist'ten profesyonel destek alacak olsam; onun, mezkûr ruh halimin arkasında, zenginlik dönemlerini takip eden fakirlik periyotlarıyla terbiye edilmişliğimin, ve; boşa giden bir 'delikli kuruş'a bile hayıflanan 'asla müsrif olma; nedret döneminde sefilleri oynamak istemiyorsan, kesret devrinde tutumlu ol, kenara koy, biriktir!' zihniyeti ile yetiştirilmişliğimin neden olduğu travmaların ve post-travmatik sendromların parmak izlerini teşhis etmesi pekalâ mümkündür bana kalırsa.

Böylesi bir profesyonel destek söz konusu olmasa bile; psikanaliz ve psikiyatriyle, benim gibi, amatörce ilginin hudutlarını aşan bir düzeyde ilgiliyseniz; yukarıda özetlediğim duygu durumuyla ruh halinin gerisindeki; pençesine düştüğüm o çok güçlü 'aldatılmışlık ve dolandırılmışlık sarmalı'nın ağırılığından ve, bunların beslediği 'beceriksizlik, değersizlik, yetersizlik öz algısı'nın sorumluluğundan biraz olsun kurtulmak için egomun icat ettiği 'kendini akla, kabahati ötekine yansıt!' temelli çözümü teşhis etmekte zorlanmayacaksınızdır.

Ruh bilimi açısından ve penceresinden bakıldığında, zaman ilerledikçe 'sorumluluğumu sıfırlayarak kendimi bütünüyle aklamam, ve, cari olumsuzluğun bütün sorumluluğunu, kabahatini, suçunu da ötekine (o kargo görevlisine) projekte etme' projem tamamlanmıştı nihayet. Diğer bir ifadeyle, beni cepten aramadığı halde, aradım diye rapor eden kargocunun, tarafımdan demonize edilmesi için birkaç ayın geçmesi yetmiş de artmıştı bile.

2005'in sonuna doğru yaklaştığımız günlerde, olayı daha az hatırlıyor, ancak, her hatırladığımda da, en az ilk günkü gibi öfkeleniyordum. Kargo elemanını bulup eşek sudan gelinceye kadar dövdüğümü gördüğüm rüyalar, yerini, onu, engizisyon işkenceleriyle paramparça ettiğim kâbuslara bırakmaya başlamıştı. 'Bazen yok yere katil olabilirmiş demek ki insan!' cümlesi, onu öldürme isteğiyle dolu olduğum zamanlarda, bu düşünceyi zihnimden kovmak için arka arkaya tekrarladığım bir mantra hüviyeti kazanmıştı adeta. 

2014 Eylül'ünde yaşadığım, ve, bu metne muhatap okura çok basit, çok sıradan gibi gelebilecek olan 'Beyaz Vak'a'ya verdiğim önemin ve tepkinin aşırı olması; onun gelişim seyrinde, 2005 Mart'ında bana cehennemi yaşatan 'Siyah Vak'a'nın kimi motiflerini gördüğüm için telaşlanmış ve korkmuş olmamdan kaynaklanmaktadır. 

14 - İnternet olmasaydı, dünya daha kötü olurdu!

Meselenin önemine binaen tekraren vurguluyorum; 'Siyah Vak'a'da da 'Beyaz Vak'a'da olduğu gibi, hem e-ticaret ve hem de kargo şirketini stimüle etmek için Facebook'u, Twitter, Blogger'ı sistemli ve stratejik akla uygun bir şekilde kullanabilmiş olsaydım; birkaç gün içinde kolimi adresime getirtebilir; gerçekten çok avantajlı koşullarla sipariş ettiğim kitaplarımın, ödeme tarihimden yaklaşık olarak 1 ay sonra gerçekleşecek olan o sel hadisesinde zayi olmasının önüne geçebilir, ve, burada paylaştığım bütün o sıkıntıları yaşamamış olabilirdim. 

Ve, yine meselenin önemi yüzünden, kalın konturlarla olmak kaydıyla ve tekraren altını çiziyorum: Sosyal medya ve bloglarıyla internet alemi, çok küçük bir küresel muktedirler topluluğunun, biz, insanlığın ezici çoğunluğunu ve eko-sistemi sınırsızca sömürmesine karşı durulmasını sağlayacak bir imkânlar, seçenekler ve ümitler cümlesidir. Bir diğer deyişle o, doğası gereği 'imkânlar imkânı' olan sonsuz bir bulut, sınırsız bir varlık küresidir.

Özelde internet'e, geneldeyse teknolojiye verdiğim öneme binaen, beni, teknoloji fetişistliği,bilimperestlik, gayrı-siyasilik, kripto muhafazakârlık, karşı-devrimcilik, düzenperverlikle suçlayacak muarrızlarımın, slogan düzeyinde kalmayarak, mezkûr iddia ve ithamlarının altını ciddi argümantasyonla doldurmalarını beklerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder