8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü



Varoluş bir mucizeyse şayet, ki, öyle olduğuna dair en ufak bir şüphemiz dâhi yoktur, kadın bu mucizenin kalbi, ruhu, beyni benliğidir. Kadın ve Kâinat ruh ikizidir, doğurgandırlar onlar, yaşam verir ve yaşatırlar. İşte bu yüzden kadın yaşamın ve Kâinatın hem kendisi ve hem de özü ve özetidir. 

Her kadın yılmaz ve yıldırılamaz bir yaşam savaşçısı ve emekçisidir.
Kadın ve erkek arasında illâ bir önem sıralaması yapmak gerekse, şayet adil yapılırsa bu sıralama, erkeğin ilk sırada yer alma şansı da yoktur, hakkı da! 
Hal ve hakikat böyleyken kadın, insanlığın tarımı, devleti, sınıfları, yerleşik toplumu ve kentleri icat ettiği 12,000 yıldır ikinci cins muamelesi görmekte, erkekten aşağı bir statüye mahkûm edilmektedir. Bahse konu bu 12,000 yıllık insanlık ve medeniyet tarihi, kadının hak ettiği mevkie gelme mücadelesi olarak okunsa yeridir ve pek tabidir ki bu sürecin bu pencereden okunuşu varoluşun hakikatiyle de mutlak bir mutabakat halindedir. 

İnsanlığın yarısını oluşturan kadınların binlerce yıl süren eşitlik mücadelesinde önemli bir merhaleydi 8 Mart 1857 tarihi. New York'taki bir tekstil atölyesinin kadın emekçilerinin verdikleri insani koşullarda çalışma mücadelesi o tarihte polis şiddetiyle bastırılmış, emekçi kadınlardan ölenler ve yaralananlar olmuştu. Bu barbarlığa bir saygı duruşu gerçekleştirmek adına ilk defa 28 Şubat 1909'da New York'ta kutlanan Kadınlar Günü'nün ülkemizdeki ilk kutlanışı 8 Mart 1921'e rastlar. Bu tarihten sonra çok uzun süre Türkiye'de Kadınlar Günü kutlamalarına izin verilmemiştir. Kutlamaların sosyalist, komünist ve feminist çevreler dışında diğer toplum kesimlerini de kucaklaması, etkinliğin Birleşmiş Milletler tarafından 1975'de kutlanmaya başlanması ve üye ülkeleri de bu kutlamalara katılmaya teşvik etmesinden sonra oldu. 

Çizgi Roman Bildiğiniz Gibi Değil / düzeltmeler

 

Yazarlarından olduğum NODUL 2023 Türkiye Kültür, Sanat, Edebiyat Almanağı'nda yer alan Çizgi Roman Bildiğiniz Gibi Değil başlığını taşıyan kapsamlı metnim bazı düzeltmeleri gerektirmekte. Bahse konu düzeltmeleri paylaşıyorum:


*** sayfa (s.) 314, sol sütunun yukarıdan 13. satırında başlayan 19. dipnot’u ile, kısmı, mezkûr dipnot metne alınmadığından, çıkarılacak.

*** s. 314, sağ sütunun yukarıdan 11. satırında başlayan 46. dipnotta ayrıntılandıracağım kısmı, mezkûr dipnot metne alınmadığından, çıkarılacak.

*** s. 314, sol sütunun alttan 4. satırındaki Chat GPT ve Dall-E gibi kısmı çıkarılacak, yerine şu ifade gelecek:

İnsan geribeslemeli pekiştirmeli öğrenme (Reinforcement Learning from Human Feedback / RLHF) temelli eğitilip geliştirilen Geniş Dil Modeli (Large Language Model / LLM) esaslı yapay zekâ yazılımları

*** s. 314, 2 numaralı dipnot, ona yazmamdan sonra geçen yaklaşık 2 yıllık sürede yapay zekâ konusunda elde edilen olağanüstü gelişmeler ve bu temelde yaptığım okumalar sonucu eriştiğim aktüel kavrayışıma göre, epeyce tartışmalı, hatta ‘güvenilemez’ hale gelmiştir. Bu yüzden de, mezkûr dipnot aşağıdaki şekilde değiştirilecektir.

İbn-i Sîna'nın medikal kanonu: Canonis Medicinae / el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb /القانون في الطب




el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb'ın (Tıpta Kanun) 1593'de Roma'da tâb edilen ve nadirattan olan Arapça ilk baskısının  kapağı; İbn-i Sîna'nın temsili bir resmi. 

Yaklaşık 7 yıl önce okuduğum bir tivitin peşine düşüp yazdığım ve kabaca 4 yıl kadar önce bu mecrada paylaştığım aşağıdaki etüdüm, bugün, anlayamadığım bir sebepten dolayı, 4 yılda aldığından daha fazla tıklamayı ve etkileşimi bir kaç saat zarfınm alınca, onun gözden geçirilmiş versiyonunu blogumun başına almanın anlamlı bir tercih olacağını düşündüm. Mezkûr metne alâka gösteren onca kişinin bir bildiği olmalıydı, öyle değil mi? Esasen 2017'den 10 yıl önce üzerinde epeyce çalıştığım ve neticesinde bir de metin ürettiğim İbn-i Sîna'dır mercek altına aldığım antite. İlerleyen satırları buraya, onu ilk yayımlayışımdan 7.5 yıl sonraki bir tarihe taşımamın müşevviki budur ve bundan ibarettir muhterem kârîm.

0 - prologue - medhal - bidayet

Bir tivit okudum ve olaylar gelişti. 
Giriş cümlesini, Orhan Pamuk'un kült kurmacası Yeni Hayat'ın ilk cümlesine nazire olarak yazdığımı gören edebi oyunlar meraklısı okur, onu niçin 'Bir gün bir tivit okudum ve bütün hayatım değişti' şeklinde kurmamış olduğumu da sorgulamıştır diye düşünüyorum. 

Öyle yapmadım, zirâ, o denli abartılabilecek, duygu durumlarıyla düşünme pratiklerinin uçlarında deneyimlenen dramatik bir antite değildi o tivite muhatap olmamın akabinde yaşadığım / eylediğim süreç. 
Lâkin, mezkûr tivitin beni kapsamlı bir okuma - araştırma - düşünme - yazma faaliyetine teşvik ettiği (mecbur ettiğini desem daha uygun olurdu sanırım) ve nihayetinde de bu metnin oluşmasının pimini çektiği de inkâr edemeyeceğim bir vakıadır.

Columbia Üniversitesi'nde Klasik İslâmik Arap Tıbbı, Grek - Arap Filolojisi ve Klasik İslâmik Çalışmalar alanlarında öğretim üyesi olan Profesör Elaine van Dalen'ın, İbn Sînâ (İbn-i Sînâ)'nın 13. asır - 17. asır dönemine damga vuran medikal kanonu 'Canonis Medicinae (el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb / القانون في الطب)'nin Arapça ilk baskısı hakkındaki (dipnotlar bahsinde linkini verdiğim) Twitter paylaşımından bahsediyorum(i). Bahse konu tivite muhatap olduktan sonra, şu soruların cevabını aramaya başladım: 

***Profesör Doktor Esin Kâhya tarafından eksiksiz olarak dilimize kazandırılan Türkçe edisyonu 6 cilt ve 3,422 sayfaya baliğ olan eserin söz konusu Arapça baskısı tam metin midir, yoksa el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb'ın sadece bir kısmını mı içermektedir? 
***Kitabın kapağında yer alan ''Kütübü kanuni tıp. Bazı telifleriyle birlikte ilmi mantık, ilmi tabii (ilmi tabiye) ve ilmi kelam" ifadesi, mezkûr baskının, sadece el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb'ı değil, ('kütüb / kitaplar' kavramından hareketle) İbn Sînâ'nın tababet alanındaki birden çok metnini hâvî olduğuna mı işaret etmektedir? 
***Kezâ, ifadenin devamından hareketle, söz konusu çevirinin, Üstad'ın kelâm, mantık, felsefe, metafizik ve fizik gibi tıb ve eczacılık haricindeki disiplinlere dair görüşlerini de içerdiğine hükmedebilir miyiz? 
***Eğer böyle ise, mercek altına aldığım çeviri için 'İbn Sînâ'nın oldukça geniş bir entervale yayılmış olan müktesebatının çeşitli branşlarına ait katkı ve görüşlerinin özet bir koleksiyonudur' denilebilir mi?

Bir tividin zihnime perçinlediği sezgilerin muharrik etkeni / ateşleyicisi olduğu zikrettiğim bu soruların peşinde gerçekleştirdiğim cehdin nihayetinde, bir taraftan içerisinde ilerlenilen bu satırlar neşv ü nemâ bulurken, öte yandan da yukarıdaki sorular bazı başka soruları da bilinç alanıma taşıdılar ve beni konuyla az ya da çok alâkalı çok sayıda tâlî patikada ilerlemek ve keşifler yapmak durumunda bıraktılar. Bu metin daha çok o yan yollarda yaşadıklarımla irtibatlı ve iltisaklı oldu(ii). 

Ve fakat, bahse konu soruları cevaplamadan önce, İbn Sînâ'nın hayatına, müktesebatına, tesirlerine dair bazı detayların da altını çizmekte fayda var diye düşünüyorum. Öte yandan, ilerleyen bölümlerde dillendireceğim bahse konu antitelerin, başta TDV İslâm Ansiklopedisi olmak üzere, referans verdiğim kaynaklardaki bilgilerin, klasik nakil tekniğiyle yapılmış birebir tekrarı - klonu - replikası olmayacağını söylemeliyim. Bu metnin iddialarının muhkem kılınması adına onun gövdesine gömülmüş, temel ya da tâlî savlarını desteklemek için mimarisine eklemlenmiş olan bazı malûmatın ise, bir kısım okur tarafından unconventional - spekülatif - provokatif - irritative olarak değerlendirilmesi mümkündür. Mahiyetinin bu unsurları bakımından bu deneme, bibliyografyasında yer alan (Burchard Brenties - Sonja Brenties'in müellifleri oldukları eser hariç) kaynaklara hâkim olan resmi tarih tezlerinden ve ana akım kültürel kodlardan ayrışmaktadır. Bu da bana göre onu öne çıkaran orijinalitesidir, topoğrafyasının tezahür ettiği 'uzay-zaman sürekliliği'dir.

1 - Hipokrat, Galen, Avicenna

İbn-i Sina (Abū ʿAlī al-Ḥusayn ibn ʿAbd Allāh ibn Al-Hasan ibn Ali ibn Sīnā; 370/980 (981) Buhara -  428/1037, Hamedan) sadece İslâm aleminin değil, bütün insanlık camiasının en yaratıcı ve üretken beyinlerinden birisidir. İştigal - meşguliyet sahaları saymakla bitmez. Bunların en bârîz olan ve öne çıkanları: tababet, eczacılık, fizik, metafizik, felsefe, ahlâk felsefesi, psikoloji, mantık, astronomi, müzik, hendese ve ilm-i hesap gibi branşlarının toplamı olarak riyaziye, kelâm ve teolojidir. Bu metnin oluşturulmasında çok faydalandığım (yukarıda da referans verdiğim) TDV İslâm Ansiklopedisi'nin İbn Sînâ maddesinin başına, onu çok iyi karakterize eden ve düşünme tarihindeki yerini, ağırlığını ve önemini çok iyi özetleyen şu tespit kırmızı hurufatla manşet olarak yerleştirilmiştir: 

'İslâm Meşşâî okulunun en büyük sistemci filozofu, Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi

Yeri gelmişken, altını çizmekte fayda görüyorum: 1999 - 2010 periyodunda yazı kurulunda olduğum Hedef Sağlık Dergisi'ndeki 'Sektöre Kanat Gerenler' başlıklı yazı dizim çerçevesinde, 2008 başlarında okuruyla buluşan, bir İbn-i Sîna etüdü yapmış idim. Mezkûr metnimi, bu blogun 'bibliyografya ve dipnotlar' faslında paylaştığım kaynakları kullanarak - okuyarak inşâ etmiş idim. Toplamda 3,000 sayfaya erişen okumalar nihayetinde yaptığım bu biyografik çalışmanın, bahse konu kaynaklara erişme ve/veya onları okuma noktasında (zamanının olmaması, uzun metinlere muhatap olduğunda odaklanma problemi yaşaması vb. gibi) bazı problemlere dûçâr olan konunun potansiyel meraklıları için, güvenilir bir komprime kaynak ve alternatif bir özet bilgilenme fırsatı olduğunu düşünüyorum(iii). Pek tabii ki mezkûr metin, zikrettiğim kaynaklarla mukayese edilemeyecek denli mütevazi bir gayrettir. Paylaştığım kaynaklar, meselâ, TDV İslâm Ansiklopedisi'ndeki o mükemmel biyografi, söz konusu olduğunda, o metnimin esamesi dahi okunmaz. Bir diğer deyişle o, bibliyografyadaki diğer kaynakların ancak (tavşanın suyunun suyunun suyu... misali), özetinin özetinin özetidir. Dedim gibi, bahsettiğim kaynaklara erişim sorunu yaşanıyorsa, şahsın okumakla arası iyi değilse, yânî, uzun ve savlı metinlere muhatap olduğunda konsantrasyon problemi yaşıyor ya da sıkılıyorsa; lâkin, bütün bunlara karşın, İbn Sînâ hakkında da özet - komprime - hap - konsantre nitelikte de olsa, bilgi sahibi olmak istiyorsa, işte, esas olarak bu gibi hallerde bahse konu özet metin fonksiyonel ve faydalı olacaktır.

İbn-i Sîna'nın insanlık aleminin fikir hayatında, özellikle de tababet ve eczacılık sahalarında ne derece önemli bir sîmâ, ne kadar merkezi bir figür olduğunu kanıtlayan Orta Çağa ait aşağıdaki gravür, konuya dair yüzlerce sayfa dolusu metne bedeldir doğrusu. Bahse konu gravürde İbn-i Sîna, 'Batı Tıbbın ve eczacılığı'nın  kurucu babaları sayılan Hipokrat (460, Ελλάδα / Yunanistan, Kos / İstanköy - 370, Ελλάδα / Yunanistan, Larissa) ve Galen'in (129, Bergama - 216, meçhûl) ortasına yerleştirilmiş, başına da bir taç konulmuştur. Bu suretle de onun tababet ve eczacılık sahalarındaki merkezi ehemmiyet ve ağırlığına, yüksek düzeyde sembolizma içeren bir yaklaşımla, işaret edilmiştir(iv). Bu resim esasen, İbn-i Sîna'ya 'Tıbbın hükümdarı', 'Hekimlerin Kralı', 'Büyük Üstat' diyen Batılı bakış açısının pitoresk bir ifadesi, grafik bir özeti gibidir(v).

Çizgi Roman Bildiğiniz Gibi Değil - türler, yazarlar, çizerler, yayıncılar, ülkeler

 



          

        

α

'Homo sum , humani nihil a me alienum puto - 

İnsanım, insana dair her şeye aşinayım.'

Publius Terentius Afer

 

‘Sed omnia praeclara tam difficilia

Quam rara sunt – Ama, mükemmel olan her şey nadir

Olduğu kadar zordur da.’Spinoza,

Ethica’nın son cümlesi.

 

'Ben buradayım sevgili okuyucum, 

sen neredesin acaba?' Oğuz Atay, 

Demiryolu Hikâyecileri, Korkuyu 

Beklerken 

 

'İlgi alanları sınırsızdır ZŞ’ın; 

çok okur, az yazar, çok az paylaşır!' Ahmet Kot

 

‘Ancora imparo’ Miguel Ángel Buonarrotti

 

‘Perdam ignorantiam ignari!’ ZŞ([1])

 


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

 

                                                                                                              
















içindekiler

 

künye---------------------------------------------------------------------------------------001

asal epigraf--------------------------------------------------------------------------------002

içindekiler([2])----------------------------------------------------------------------------003

teşekkür------------------------------------------------------------------------------------004

bütün bunlar böyle belirdi burada; zarûrî ve faideli bir izahat---------------------007

medhal / prologue / bidayet / girizgâh; ya da, mecburi bir iade-i itibar 

teşebbüsü----------------------------------------------------------------------------------010

çalışmanın dönemselliği-----------------------------------------------------------------013

nedir çizgi roman?------------------------------------------------------------------------013

etimolojik bir nazar-----------------------------------------------------------------------017

nedir bu 'panel' Allah aşkına?!?---------------------------------------------------------020

çizgi roman ve grafik roman farklı şeyler midir?-------------------------------------021

çizgi roman kaçıncı sanattır?------------------------------------------------------------023

çizgi romanın muhtasar tarihçesi-------------------------------------------------------025

küresel çizgi roman havzaları ve çizgi roman türleri--------------------------------027

mangamania: nedir bunun niçini?------------------------------------------------------029

Türkiye'de çizgi roman------------------------------------------------------------------037

Çizgi roman tarihimizin en efektif ve en özgün 25 sanatçısı----------------------047

2023 Türkiye'sinde çizgi romanlar ve yayıncıları-----------------------------------071

Çizgi roman sadece çizgi roman değildir!--------------------------------------------085

sonuç - hüküm - prologue - nihayet---------------------------------------------------088

bibliyografya / kaynakça---------------------------------------------------------------092

 

 

 

 

 

***) teşekkür

 

Orijinal olmayı, özgünlük tahtında değerlendirilmeyi, tamamıyla olmasa bile hiç olmazsa bazı bölümleriyle (müspet manada) provokatif ve ufuk açıcı olarak tasvir ve tavsif edilmeyi hedefleyen okunulan te(k)lifin, hiç kuşkusuz 'klişe'lere, konservatif anlatı matrislerine, kabul görmüş verili ifade pattern'lerine en ziyade yaslanan (teslim olan) bölümü olmaya namzet bu bahis, münevver ahlâkının icbar ettiği bir husus ve kapsamlı bir makale formatındaki kurgu dışı bir metnin formel bakımdan sine qua non'u olması hasebiyle dillendirilmiştir. 

 

Servet İnandı ve Türker İnandı'ya, ülkemizin en önemli butik çizgi roman yayıncısı olan Flaneur Book markasıyla dilimize kazandırdıkları, sadece içeriklerinin niteliğiyle değil, (bilhassa bazıları), bir sanat yapıtı olarak tasarlanmalarıyla da farklılık arz eden olağanüstü kaliteli eserler yüzünden; Doğan Şima'ya, âdeta tek kişilik bir ordu, bir 'one-man band' gibi davranarak sahibi - editörü - finansörü - çevirmeni - yöneticisi olduğu Baobab Yayınları markası altında dilimize kazandırdığı nitelikli çizgi romanlar için; İlker Özer'e, Çizgi Düşler Yayınevi ile yaptığı yayıncılığın yanı sıra, geniş bir arşiv temelinde gerçekleştirdiği sahaflık ve araştırmacılığıyla genelde çizgi roman tutkunlarına ve koleksiyonerlerine, özelde de okunulan satırların hakir müellifine onlarca yıldır sürdürdüğü çok yönlü hizmetleri için; günümüzde fumettonun son kalesi diyebileceğimiz Lâl Kitap'ın kurucusu, sahibi ve yöneticileri olan Ayşe Karsel Zaimoğlu ve Bahadır Zaimoğlu'na, 2002'den bu yana sarsılmayan bir inançla ve kalite çıtasını daima vasatın üzerine çıkararak yaptıkları çizgi roman yayıncılığı için; M. Kutlukhan Perker'e, kurucusu ve yönetici olduğu Kara Karga Yayınları ile gezegenimizin neredeyse bütün çizgi roman havzalarında yayınlanan kurmaca ve kurgu dışı eserlerin kalitelilerini seçerek dilimize ve insanımıza kazandırdığı için; Ayşegül Utku Günaydın'a, Desen Yayınları markasıyla, tercüme ve telif olmak üzere, hem çocuklara ve hem de yetişkinlere seslenen ve ortalamanın oldukça üzerinde olan kaliteleriyle temayüz eden çizgi romanların meraklısıyla buluşması noktasındaki katkıları için; Mustafa Küpüşoğlu ve Çetin Şan'a, Alfa Kitap çatısı altında vücûd bulmasına katkı verdikleri çeşitli genre'lardaki nitelikli çizgi romanlar için; İlhan Yılmaz'a, müessisi, sahibi ve yöneticisi olduğu Presstij Çizgi Roman'la İzmit'te gerçekleştirdiği işler sayesinde 'genelde yayıncılık, özelde de çizgi roman yayıncılığı İstanbul'da yapılır kardeşim!' ezberini bozduğu için; Ömer Bahadır'a, kurucusu, sahibi, yöneticisi, finansörü ve genel yayın yönetmeni olduğu Felix Koleksiyon üzerinden yayınını sağladığı az sayıdaki ama olağanüstü kalitedeki sınırlı baskılı, numaralı koleksiyonluk yapıtlar için; Erdem Aydoğan'a, 20 yıla yakın bir süre içinde, kurucusu - sahibi - yöneticisi olduğu Marmara Çizgi Yayınları çatısı altında bastığı yaklaşık 650 çizgi roman ile, mezkûr alanların meraklılarına, popüler kültürün bu anlatı mecrasının neredeyse bütün havzalarından ve türlerinden seçilmiş kaliteli yapıtları sunduğu için; Hakan Şaşmaz'a, kurucularından olduğu Rodeo Yayıncılık markasıyla basılmasına katkı verdiği çok kaliteli Ken Parker serileri, mezkûr yayınlarda yer alan gerçekten sıra dışı editoryal metinleri ve çizgi roman kozmosuna dair olan bilgi, birikim ve eksperliğiyle, arşivindeki olağanüstü zengin ve kaliteli çizgi romanları, orijinal çizimleri ve kapakları, özelde ülkemiz insanının, genelde de 8.1 milyar kadın ve erkek dünyalının hizmetine ve istifadesine sunduğu için; Meraklı Çizgi Roman Sahaf'ın kurucusu merhum Tayfun Alemdağ'a, sohbetlerimiz sırasında paylaştığı kıymetli informasyonlar ve orijinal değerlendirmeleri ve arşivime kazandırdığı olağanüstü nadirattan çizgi romanlar için; merhum Hasan Kabakçı'ya, 1990'ların ilk yıllarında KadıköyNeşet Ömer Sokak'ta Cumartesi ve Pazar günleri açılan seyyar kitap sergileri arasında kendilerine yer bulan çizgi roman esnafının, aynı sokaktaki Kadıköy İş Merkezi'nde çizgi roman sahafı açmalarına, açtığı dükkânla, önderlik ettiği, sohbetlerimizde beni dokuzuncu sanatın muhtelif bahislerinde tenvir edip münevver kıldığı ve gün ışığına çok az çıkmış oldukça nadir bazı çizgi romanların koleksiyonumun parçası olmasını sağladığı için; Murat Sevgikuranlar'a sohbetleri, dijital yayınları ve 2000'lerin ilk yıllarında mezkûr iş merkezinin en alt katında moderatörlüğünü ve münadiliğini deruhte ettiği müzayedelerle, açık artırmacılık hususunda önce hocalarımdan ve rol modellerimden biri, akabinde de meslektaşım olduğu için; Murat Alpgüven'e, yayınları, dijital baskıları ve geniş çizgi roman bilgisinden süzülen paylaşımlarıyla zenginleştirdiği sohbetlerimiz ve arşivime kazandırdığı bazı nadirattan eserler yüzünden; acil şifalar dilediğim İlyas Erkul'a, tadı halen de damağımda olan sohbetlerimiz ve kütüphaneme kattığı değerli ve nadir çizgi romanlar için; merhum Yener Çakmak'a, benzeri olmayan kişisel tecrübelerle zenginleştirilmiş bilgi yüklü metinlerinden çok istifade ettiğim için; okunulan metnin ana gövdesinde, dipnotlarında ve bibliyografyasında atıf yaptığım âsârın yazarlarına, çizerlerine, renklendiricilerine, kaligraflarına, grafikerlerine, editörlerine, mütercimlerine, yayıncılarına ve diğer emekçilerine; bilhassa da, ele aldığım hususatın kuramsal kaynaklarına, teorik çerçevesine ve informatif mahiyetteki muhtelif detaylarına dair çok şey öğrendiğimi ve bu bakımdan da kendimi kendilerine borçlu hissettiğimi her mecliste ve her vesileyle itiraftan zevk duyduğum külliyatın / âsârın, başta Will Eisner, Scott McCloud, Levent Cantek, Hakan Alpin, Ümit Kireççi gibi müellifine; normalden bir miktar uzun olduğunu düşündüğüm cümleler kurmak konusunda üstadım, rol modelim, pirim efendim bildiğim James Joyce'a; fikri panteonumun mimarlarından olan Gottfried Wilhelm LeibnizEdmund Husserl, Ahmet Mithat Efendi, Ömer Seyfettin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, İsmet Özel'e ve başta Georges Perec ve Italo Calvino olmak üzere OuLiPo (Ouvroir de littérature potentielle - Potansiyel Edebiyat Çalışmaları) akımının bütün neferlerine ([3]); psikolojik ve mental bakımdan oldukça sıkıntılı bir dönemim olan Haziran 2015'de hayatıma giren, o günden beri dostluğu ve görüşleriyle ile beni zenginleştiren, sık sık tekrarladığı 'Çok okuyor, çok konuşuyor, ama az yazıyorsun!' ikazıyla okunulan satırların en önemli manevi ve fikri müşevviklerinden olan iki Cihanda aziz bildiğim Ahmet Kot'a ([4])20 Mayıs 2023 gecesi 22.00 dolaylarında yaptığımız (ve takip eden bölümde ayrıntılarını paylaşacağım) telefon görüşmesindeki talebiyle bu entelektüel gayretin husule gelmesinin vesilesi, muharrik etkeni ve ebesi olan sevgili ve değerli Şaban Özdemir Hocama ve nihayet, 1963 yılının sonbaharında, okula başlamamdan 1.5 yıl önce, aldığı çizgi romanlar üzerinden okuma yazma öğrenmemi, kitap sevgisini ve kütüphane, arşiv, koleksiyon oluşturma meraklarını kuşanmamı sağlayan rahmetli anneciğime ve isimlerini zikretmemiş olmam, üzerimdeki emeklerine saygısızlığımdankadir - kıymet bilmezliğimden ya da kibrimden değil, sadece hafıza zâfiyetimden kaynaklanan diğer fikir mimarlarıma ve entelektüel rehberlerime müteşekkirim efendim. 

 

Öte yandan, normatif olarak anormal - sıra dışı - acayip - obsesif - akıntıya karşı - delice - dahice - anlaşılmaz - dekadans - muhteşem her ne var ise bu metinde, işte onlar bütünüyle müellifin marifeti, mesuliyeti ve telifi dairesindedir.

 

Mayıs 2023 – Nisan 2024, Kepez.

Sayfaların Dilinden 'Muhasebe' başlıklı 262. programıyla final yapıyor



Metinlerini yazdığım ve 01 Ocak 2024'den beri hafta içi her gün meraklısıyla buluşan TRT Radyo 1'deki 'Sayfaların  Dilinden' programının 262'incisi, yânî, sonuncusu olan Muhasebe, başlığının iddia, isnat, imâ, îkaz ve ispat ettiği bir mahiyet ve muhtevayla bugün, yânî, 31 Aralık 2024 günü yayımlanacak. Önceki 261 Sayfaların Dilinden programının içeriklerinin toplu bir şekilde, ana hatları ve en karakteristik özellikleri bakımından değerlendirildiği mezkûr program, bu yönüyle bir kendini hesaba çekme, özvarlığını teşrihe tâbi tutma, dasein'ını analiz etmek teşebbüsüdür. Ve tabii ki, bir manada da bir helalleşme vesilesi...

Sayfaların Dilinden Programının 261'incisi: Nezihe Muhiddin Hanım



Metinlerini yazdığım ve 01 Ocak 2024'den beri hafta içi her gün meraklısıyla buluşan TRT Radyo 1'deki 'Sayfaların Dilinden' programının 261'incisinde bugün, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarıyla, Cumhuriyetin başlangıç dönemindeki en önemli feminist aktör olarak niteleyebileceğimiz kadın hakları aktivisti Nezihe Muhiddin Hanım'ın hayatının önemli bahislerini, dönemeç noktalarını ve kırılma anlarını aldım mercek altına. 

Naşid Baylav: 'Fatih Sultan Mehmet zehirlendi!'





İstanbul'un Fethi - Vikipedi

0 - medhal / prologue / bidayet:
Bu blog, Hedef Alliance Holding'in yayın organı Hedef Sağlık Dergisi'nin Kasım 2011 tarihli 40. sayısı için kaleme alınan metnin geliştirilmiş / genişletilmiş halinin değişik tarihlerde defalarca elden geçirilip yeniden yazılmasıyla çıktı ortaya. Mezkûr dergide yayımlanmasına müteakip, ilk revize edilmiş haliyle 2015'de yine bu platformda paylaşmıştım onu. Karagöz ve Hacivat konusunda araştırmalar ve çalışmalar yapan, benim de Gezegen Sahaf'ta, kitabiyat sohbeti ve kültür muhabbeti muhtevasında ve (bir miktar da) talk show kıvamında gerçekleştirdiğim kitap müzayedeleri vesilesiyle tanıdığım değerli dostum, bibliyofil, arşivci Aziz Murat Aslan'la aramızda geçen bir telefon görüşmesi üzerine onu tekrar gözden geçirip güncelleyerek paylaştığım tarih ise, hafızam beni yanıltmıyorsa şayet, 2017 ortası olmalı. Ve nihayet, 2024'ün sonuna geldiğimizde, bahse konu yılın 28 Aralık günü, bir kez daha aldım yukarıdaki satırları mercek altına ve bu sefer de onu, (ix) numaralı dipnotta işaret ettiğim dokunuşu yapıp yeniden revize ederek, ekleyiverdim blogumun tepesine.

1 - Naşid Baylav niçin gözleri açık terk etti bu dünyayı?
Eczacılık tarihi ve farmasötik bitkiler alanlarındaki çığır açıcı çalışma ve eserleriyle Türkiye bilim tarihinde kalıcı izler bırakmayı başaran eczacı - kimyager Naşid Baylav (1903 - 1982), Türkiye Toplumsal Formasyonunun ve entelijansiyasının kadri bilinmemiş ve unutulmaya yüz tutmuş kıymetlerindendir ne yazık ki. 
ECZACILIK TARİHİ VE DEONTOLOJİSİ
Naşid Baylav

Baylav, ilerleyen satırlarda paylaşılacak olan nedenler yüzünden, genel olarak akademik camiaya, özel olarak da İstanbul Ünivesitesi'yle onun Eczacılık Fakültesi branşına dargın ayrılmıştır bu dünyadan; bir diğer deyişle o, gözleri açık intikal etmiştir ebediyete. 

Bahse konu bu 'küskün ruh hali'nin ve 'sürekli gadre uğradıklarına inananlar'ın kuşandıkları o eziklik psikolojinin kaynaklarına inerek Naşid Baylav'ın hayatına dair bazı ayrıntıları mercek altına almanın, onun kamuoyu tarafından bilinmesine ve hatırlanmasına katkı vereceğini düşünüyorum. 

Öte yandan, eczacılık camiasının önemli ve fakat unutulmuş bir figürünü yeniden ramp ışıkları altına taşımanın, 1980 - 2008 döneminde eczacılara hizmet veren bir sektörde, ilaç dağıtım kanallarında (2000'ler öncesi dönemdeki kavramsallaştırmaya göre 'ecza depoları'nda) çalışmış olan bu satırların yazarı için, kuvvetli bir manevi değere ve yüksek bir sembolik anlama sahip olduğu da, doğrusu, altı çizilesi bir husustur.

Kuantum Çipi Willow 'Çoklu Evren' Dedi; Nezihe Muhiddin; Muhasebe >>> metinler 53


01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - mikroorganizma - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o kaleydoskopik mimari ve muhtevasıyla hayran bırakan, şaşırtan ve bazen de korkutan eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 - 2026 döneminde 3 cilt halinde kitaplaştırılacak olan bahse konu entelektüel hasılanın yılın 52.3'üncü haftasına denk düşen 27 Aralık - 31 Aralık döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz. 



260) Kuantum Çipi Willow 'Çoklu Evren' Dedi!

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kuantum Çipi Willow 'Çoklu Evren' Dedi.

9 Aralık Pazartesi günü Google’un yaptığı açıklama, sadece teknoloji ve bilim çevrelerini değil, gezegenimizin konudan haberdar olan bütün sakinlerini heyecanlandırdı. Şirketin CEO’su Sundar Pichai’nin, ‘şu anda kullandığımız klasik / konvansiyonel bilgisayarla çok uzun süren hesaplamalar, Santa Barbara’daki laboratuvarımızda geliştirdiğimiz yeni kuantum çipi Willow’la çok kısa sürede gerçekleştirilirken, kuantum bilgiişlem süreçlerinde önceden oluşan hatalar da, Willow’un sahip olduğu 105 kübitlik bilgiişlem kapasitesi sayesinde, minimize edildi’ şeklindeki mezkûr açıklaması; Quantum Artificial Intelligence Lab’in kurucusu ve lideri Hartmut Neven’ın, günümüzün en güçlü süper bilgisayarının 10 septilyon yılda yapacağı bir hesaplamay, Willow 5 dakikadan kısa bir sürede tamamlıyor’ deyişiyle desteklendi. Bu başarının temelinde, Google’ın Kuantum Yapay Zekâ ekibinin, Willow’un kübitlerini, sayıları arttıkça, hata oranını üstel olarak azaltacak şekilde birbirine bağlamayı başarmaları yatmakta. Bit, kübit ve septilyon kavramlarını kısaca açıklayalım. Şu an kullandığımız klasik bilgisayarlar, silisyum transistörlerin marifeti bit dediğimiz ‘0 ya da 1’, veya ‘kapalı ya da açık’, ya da ‘hayır ya da evet’ temelli iki değişkenli ve tek sonuçlu mantıkla, bir diğer deyişle, Aristo mantığıyla, sıralı ve deterministik olarak çalışırken; kuantum bilgisayarları, mutlak sıfır sıcaklığında opere eden atom altı parçacıkların ürettiği kuantum biti, ya da kübit denen ve aynı anda hem 0 ve hem de 1 durumunda, yânî, süperpozisyon halinde olan çoklu değişkenli bir yapıda ve bir olasılık dağılımını temsil eden fuzzy logic, yânî, bulanık mantık esasına göre, sırasız ve indeterministik olarak çalışır. Bit temelli klasik süper bilgisayarların paralel işlem yapma kapasitesi çok sınırlıyken, kübit temelli kuantum bilgisayarları süperpozisyon, dolanıklık ve kuantum tünelleme gibi imkânları sayesinde, işlem kapasitesi ve hızını üstel olarak arttıran paralel işlem tekniğiyle çalışır, bu sayede de aynı anda birden çok olasılığı hesaplar. Dünyamızın yaşı 4.5 milyar yıl ve evrenin yaşı da 13.8 milyar yıldır ve bunlar 9 sıfırlı niceliklerdir; buna karşın 1 septilyon, tam 24 sıfır içeren anormal büyük bir sayıdır. Kuantum algoritmalarını, kuantum mantık kapılarıyla kuantum hesaplama ağları teorisini ve ilk kuantum hata düzeltme şemasını keşfeden ve temel kuantum evrensellik sonuçlarından bazılarını literatüre katarak kuantum hesaplama alanının temellerini atan fizikçi David Elieser Deutsch tarafından ilk defa dillendirilen bir kavramsallaştırmayla, klasik bir süper bilgisayarın 10 üzeri 24 yılda, yânî, 1 septilyon yılda yapabileceği bir hesabı maksimum 5 dakikaya sığdırmayı başaran bir kuantum bilgisayarı, bunu ancak, sonsuz sayıdaki paralel evrenlerde aynı anda aynı hesaplamayı yapan sonsuz sayıdaki kuantum bilgisayarlarıyla irtibatlı ve paralel işlem yapması sayesinde başarabilir. Çoklu evrenler, veya, aynı anlamdaki paralel evrenler argümantasyonu, ilkin 1915 tarihli Genel Görelilik kuramıyla girdi modern kozmoloji literatürüne. Paralel evrenler bahsinde dillendirilebilecek seçenekler ‘aynı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzeyen evrenler’ argümanının ‘aynı – farklı’, ‘uyan – uymayan’, ‘ilişkili – ilişkisiz’, ‘benzeyen – benzemeyen’ dikotomileri zemininde şekillenen on altı olası halidir. Aynı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzeyen evrenler’; ‘Aynı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzemeyen evrenler’; ‘Aynı fizik kanunlarına uymayan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzeyen evrenler’; ‘Farklı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkisiz, temelde benzemeyen evrenler’;  Farklı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzemeyen evrenler’ bu 16 farklı seçeneğin bazılarıdır. Willow kuantum çipi, yapay zekâ evrenine sağladığı geometrik katkının yanı sıra, büyük ölçüde spekülatif olan çoklu evrenler hipotezine bilimsel destek vermekte, felsefe ve bilimkurgu disiplinlerine de alan açmaktadır.

David Deutsch’ün 1997 tarihli The Fabric of Reality / Gerçekliğin Dokusu ve 2011 tarihli The Beginning of Infinity: Explanations that Transform the World / Sonsuzluğun Başlangıcı: Dünyayı Dönüştüren Açıklamalar kitapları kaynaklarımız ve meraklısına ileri okuma önerimizdir. Mezkûr eserlerin bir an önce dilimize kazandırılması dileğimizle tamamlıyoruz efendim. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



261) Nezihe Muhiddin

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Nezihe Muhiddin.

Osmanlının sonuyla erken Cumhuriyet döneminde kadınların toplumsal yaşama daha fazla katılması ve siyasal haklarını kazanması mücadelesine önemli katkılar vermiş bir fikir ve aksiyon insanı; 20 romanla, sayıları 300’ü bulan senaryo, operet, öykü ve piyes yazmış verimli bir yazar, gazeteci, Cumhuriyetin ilk partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın, Türk Kadın Yolu Dergisi’nin ve Türk Kadınlar Birliği’nin kurucusu Nezihe Muhiddin 1889’da Kandilli’de doğdu. Anne tarafından II. Mahmud’un atadığı ilk serasker Ağa Hüseyin Paşa’nın soyundan gelen, babası ceza hakimi Muhiddin Bey olan Nezihe Muhiddin, babasının desteğiyle aldığı özel dersler sayesinde Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca öğrendi, eve kapanmadı, at binmenin ve boğazda tek başına kürek çekmenin de arasında olduğu çeşitli sporları yaptı. ‘Kendi tabiriyle kadınlık mefkûresiyle, istibdat karşıtı, hürriyet sever annesinin evlatlığı ve entelektüel bir kadın olan Nakiye Hanım vasıtasıyla tanıştı. Fatma Aliye Hanım'ın fikirlerinden etkilenen bir çevrenin mensubu olan Nakiye Hanım, onun ilk feminist öğretmeni oldu.’ Yüksek eğitim almamasına karşın, aldığı özel derslerin kalitesi sayesinde, 1909’da Maarif Nezareti'nin açtığı hocalık sınavını kazanarak Kız İdadi Mektebi'ne fen bilimleri hocası atanan Nezihe Muhiddin, II. Meşrutiyet döneminin efsane figürü Halide Edip’ten sonra, Osmanlı kadın hareketinin en tanınan ikinci sîmâsıydı artık. O ve örgütlediği 13 kadın hakları savunucusu, birçok engellemeye karşın, 15 Haziran 1923’de, Darülfünun konferans salonunda, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini temel amaç edinmiş bir kadın şûrası topladılar. Henüz Cumhuriyet Halk Fırkası rüşeym halindeyken, şuranın aldığı Kadınlar Halk Fırkası kurulması kararı ülkenin gündemine bomba gibi düşecek, en çok da, Halk Fırkası’nın ‘Dokuz Umdesi’ni andıran kadın hakları hususunda ‘Dokuz Umde’ açıklaması tepki çekecekti. Partileşmeyi başaramayan feministler, siyasal amaçlarını tüzükten çıkararak dernekleşmeye yönelmiş, Türk Kadınlar Birliği’ni kurmuşlardır. Daha önce askerlik yapma talepleri reddedilen, polis olabilme başvuruları da kabul görmeyen Nezihe Muhiddin ve ekibi, kadınların siyasal hakları için aktif bir feminist mücadele vermeyecekleri, bunun Halk Fırkası’nın projelendireceği bir devrim olarak bilâhare gündeme getirileceği konusunda Ankara'yla zımnen anlaşmış olmasına karşın, 1927’deki Türk Kadınlar Birliği kongresinde, üç yıl önce programdan çıkarılan ‘Siyasal hakların alınması için çalışılacaktır’ maddesi yeni bir formülle geri getirilip, Nezihe Muhiddin yeniden başkanlığa seçilince tartışma çıkacak, kadın hareketi bölünecekti. Onunla görüş ayrılığı yaşayan arkadaşlarının bazılarının, Nezihe Muhiddin’in yolsuzluk yaptığını ve dış güçlerle dirsek temasında olduğunu dillendirmeleri, Osmanlının ve Cumhuriyetin bu simge feministi hakkında dava açılmasına neden olmuş, nihayetinde, Nezihe Hanım, kurduğu kurumdan ihraç edilerek kadın hareketinden dışlanmıştır. Hakkındaki iddiaların mesnetsiz olduğunun anlaşılması ve gündeme gelen 1929 affıyla bütünüyle aklanan Nezihe Muhiddin, 7 yıldır yaşadığı yüksek stres yüzünden ciddi bir sinir zafiyeti yaşamış, bu rahatsızlığı, hayatının geri kalan 29 yılında onu hiç terk etmemiştir. Yaşama coşkusu, mücadele azmi ve hemcinslerine olan güveni zayıflasa da, Nezihe Muhiddin davasını terk etmeyecek, takma isimle yazılar yazacak, evindeki toplantılarda görüşlerini paylaşacaktır. Daha birkaç ay önce ‘biz Nezihe Muhiddin gibi olmayacak hayallerin peşinde koşmuyor, siyasal hak talebinde bulunmuyoruz’ açıklaması yapan müesses nizamla armoni halindeki Kadınlar Birliği yönetimi, kadınlara seçme ve seçilme hakkının 5 Aralık 1934’de verilmesini sokaklarda, salonlarda ve matbuatta ‘Yaşasın kadınlık, yaşasın cumhuriyet!’ diye kutlarken, davanın bayraktarı olan Nezihe Muhiddin, mezkûr etkinliklerin hiçbirine davet edilmemiş, adı bile anılmayarak âdeta unutturulmuştu. Duyarlı psikolojisi ve kırılgan personası bu haksızlıklara daha fazla dayanamayan Nezhihe Muhiddin, geçirdiği ağır ruhi buhran yüzünden yatırıldığı Şişli’deki akıl hastanesinde 10 Şubat 1958 vefat etmiştir. Yaprak Zihnioğlu’nun yazdığı Kadınsız İnkılap – Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği, kaynağımız ve okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler(*).   












Seni b.k'a batıran herkes düşmanın, b.k'tan kurtaran herkes de dostun değildir


























Yakın zamanda paylaştığım 'Peşin hüküm verme, ardını düşün: kadim bir Çin meselinin hatırlattıkları' başlıklı blogumun ilham kaynağı gibi, çok uzun bir süre önce okuduğum ve fakat Çin mi, yoksa Japon menşeyli mi olduğunu net hatırlayamadığım, öte yandan, Uzak Doğu menşeyli olduğundan da emin olduğum; hikmetli finali, beşeri pratiklere ışık tutabilecek, rehber olabilecek mahiyette olduğundan pek sevdiğim bir meseli / masalı / kıssayı, aklımda kalan kırıntılarını kendimce tamamlayarak ve onu ilk paylaştığım Aralık 2017'den tam 7 yıl sonra, güncellediğim aşağıdaki yeni haliyle, tekrar paylaşıyorum: 



Büyük ve kadîm Asya coğrafyasındaki bir memlekette, o yıl kış pek yaman geçiyormuş.
Öyle ki, bütün akarsular ve göller buza kesmiş; nefes alırken ciğerleri soğuk havadan zarar gören insanlar hastalanmış, yaşlılar, bunlardan epeycesi hayatlarını kaybetmiş. Soğuk öylesine amansızca çökmüş ki, Küçük Asya'da asırlar sonra bir seyyahın anılarında dillendirdiğine benzer şekilde 'damdan dama atlayan kediler donup öylece havada kalakalmış'.