Beşir Ayvazoğlu, 'Asaf Halet Çelebi Sohbeti'yle 7 Şubat'ta Gezegen Sahaf'ta


1 - Bu hafta sonu Gezegen Sohbet'in konuğu Beşir Ayvazoğlu
Gezegen Sahaf Sohbeti'nin 7 Şubat 2015, Cumartesi günü yapılacak olan onuncusunun
konuğu yazar Beşir Ayvazoğlu (i). Beşir Ayvazoğlu, son kitabı He'nin İki Gözü İki Çeşme (Kapı Yayınları, İstanbul, 350 s., Kasım 2014) vesilesiyle Asaf Halet Çelebi hakkında konuşacak (ii), (iii). Yazımın ilerleyen bölümlerinde önce Beşir Ayvazoğlu'nun, ardından da Asaf Halet Çelebi (AHÇ)'nin hayatına ait kimi fragmanlara yer vereceğim. Bunların yanı sıra, AHÇ'nin hayatına dair zihnimde epeydir yuvalanmış olan, Ayvazoğlu'nun zikrettiğim eserinde de cevabını bulamadığım, bazı hususlara dair cesur, hatta spekülatif argümanlar da bu metinde kendilerine yer bulacaktır. Bu metin, finaline doğru, müellifinin, kültür aleminin 'Florinalı Nazım'ı, ya da 'Ajdar Anık'ı mı, yoksa, müktesebatı belirli bir orijinaliteye ve otantisiteye sahip bir sesi mi olduğuna bir türlü karar verememesi merkezindeki kâbusuna şöyle bir değindikten sonra, Asaf Halet Çelebi'nin Kozmik Şaka hakkındaki bilgece yaklaşımıyla sona erecektir.

2 - Beşir Ayvazoğlu kimdir?
Beşir Ayvazoğlu (1953, Zara, Sıvas) liselerde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği; TRT’de uzmanlık;  Hergün, Tercüman, Türkiye, Zaman ve Yeni Ufuk gazeteleriyle haftalık Aksiyon dergisinde köşe yazarlığı ve yöneticilik; Kültür Bakanlığı'nda danışmanlık yaptıADTYK Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu ve TDV islâm Ansiklopedisi Türk Dili ve Edebiyatı Merkez ilim ve Redaksiyon Kurulu üyeliklerinde bulundu. CNN Türk’te Hilmi Yavuz’la birlikte iki yıl 'Gökkubbemiz' programını hazırlayıp sunan Beşir Ayvazoğlu, Kasım 2001-Temmuz 2005 tarihleri arasında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği, takip eden yıllarda Türk Edebiyatı Dergisi'nde genel yayın yönetmenliği ve TRT 2’de 'Bir Tepeden' programını yaptı. 
Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM, Çocuk Vakfı ve Sezer Tansuğ Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucu üyesi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Beşir Ayvazoğlu; bir kısmını 'eserleri' başlığı altında paylaşacağımız ödüllerinin dışında; Kombassan Vakfı Mevlânâ Edebiyat Büyük Ödülü (1999), Uluslararası Türkçe Öğretim Derneği İsmail Gaspıralı Türk Dili Ödülü (2008), TBMM tarafından Üstün Hizmet Ödülü’ne (2009) lâyık görüldü.

3 - Eserleri:
Çeşitli edebiyat ve fikir dergilerinde yüzlerce şiir, makale ve denemesi yayımlanan Beşir Ayvazoğlu’nun, 
birçoğu birden çok baskı yapmış onlarca kitabının bazıları şunlardır:

Aşk Estetiği (araştırma, 1982, Türkiye Yazarlar Birliği Fikir Dalında Yılın Yazarı Ödülü)Muradiye Ölüm ve Gül (belgesel film metni, 1986, TMKV Türk Millî Kültürüne Hizmet Ödülü) ; Halk Şiirinden Tarihe (deneme, 1991); Türkün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti (1991); Güller Kitabı: Türk Çiçek Kültürü Üzerine Bir deneme (araştırma, 1992); Tarık Buğra: Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak (biyografi, 1995); Türkiye Yazarlar Birliği İnceleme Dalında Yılın Yazarı Ödülü); Şehir Fotoğrafları (deneme, 1995)Şiirler (1996); Geleneğin Direnişi (araştırma, 1996); 
Defterimde Kırk Suret (portreler, 1996); Altı Çizili Satırlar (deneme, 1997); Yahya Kemal: Eve Dönen Adam, Ansiklopedik Biyografi (araştırma, Avrasya-Bir Vakfı 1998 Ödülü; Peyami: Hayatı, Sanatı, Felsefesi, Dramı (biyografi, 1998); Siretler ve Suretler (portre, 1999); Yaza Yaza Yaşamak (deneme, 1999); Kuğunun Son Şarkısı (biyografi, 1999); Altın Kapı (makale ve denemeler, 2001); Ömrüm Benim Bir Ateşti: Ahmet Haşim'in Hayatı, Sanatı, Estetiği, Dramı (biyografi, 2000); Bozgunda Fetih Rüyası (biyografik roman, 2001); Derkenar (deneme, 2002); Ney'in Sırrı Hala Hasret (2002); Divanyolu: Bir Caddenin Hikâyesi (araştırma, 2003); Ney'in Sırrı (2007); Kâinatça Tanınmış Türk Şiir Kralı Florinalı Nazım ve Şaşalı Edebi Hayatı (biyografi, 2008): Alatav'dan Şardağ'ına Kültür Coğrafyamızda Gezintiler (2008); Tanrı Dağı'ndan Hira Dağı'na: Milliyetçilik ve Muhafazakârlık Üzerine Yazılar (2009); 1924: Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi (2010); Divanyolu: Bir Caddenin Hikâyesi (2010); Evimizin Ressamı: Malik Aksel (2011); Kahveniz Nasıl Olsun? Türk Kahvesinin Kültür Tarihi (2011); He'nin İki Gözü İki Çeşme: Bir Asaf Halet Çelebi Biyografisi (Kasım 2014).

4 - Asaf Halet'in hayatının dönüm noktaları
Asaf Halet Çelebi
28 Aralık 1907’de İstanbul'da doğan AHÇ'nin asıl adı Mehmet Ali Asaf'tır. Soyadı olarak aldığı 'Çelebi', onun Mevleviliğe ve Mevlâna'ya olan hürmet ve muhabbetine nispet etmektedir. Dine, tasavvufa, Fars dili ve edebiyatına, özelde 
Fransız, genelde Batı Fikir ve Sanat Alemine dair ilk eğitimini Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi Müdürü olan babası Mehmet Sait Halet Bey'den; klasik musiki derslerini ise Mevlevi şeyhi Remzi Efendi ile Rauf Yekta Bey’den aldı. Galatasaray Sultanîsi'nde sekiz, Sanâyi - Nefîse Mektebi'nde (Güzel Sanatlar Akademisi) üç yıl okudu; ardından da Adliye Meslek Mektebi'nden mezun oldu. Zabıt kâtipliğinde; Osmanlı Bankası, Devlet Denizyolları ve İÜEF Felsefe Bölümü kütüphanesi 
memurluklarında bulunan AHÇ Farsça, Arapça, Fransızca, Hintçe ve Sanskritçesini çeviri yapacak düzeyde ilerletmeyi başardı. 

Hint ve Mısır'ın kâdim kültür ve inanç dairelerinden ve mistisizminden beslenen şiirleri 1937'den itibaren Ses, Küllük, Hamle, Servet - i Fünûn - Uyanış, Yeditepe, İstanbul, Türk Sanatı dergilerinde ve Gün gazetesinde yayınlanan AHÇ; renkli, enteresan enstantanelerin süslediği sıra dışı hayatını, genç sayılabileceği bir çağında, 50 yaşında noktaladı (15 Ekim 1958) (iv), (v), (vi).

5 - Anekdotların aynasında Asaf Halet
Yaşamı boyunca küçümsenme, aşağılanma, istiskal edilme ve alaya alınmalara maruz kalan; öldükten sonra kısa bir süreliğine, Şark'a özgü o 'kel ölür perçem saçlı, kör ölür badem gözlü diye anılır!' deyişine uygun olarak 'itibarı iade edilen'; ancak, hemen ardından, 
1980'lerin ortasına değin yeniden derin bir unutuluşa terk edilen AHÇ'nin poetikası; 12 Eylül Askeri Rejim istibdatının toplumu de-politize etme projesiyle örtüşen 'apolitik niteliği ve metafizik gerilimler barındıran içeriği' sayesinde, dönemin zeitgeist'ının bazı sorularına cevap olmuş, bu sayede de kamusal bilinirlik sahasında öne doğru hamle yapma imkânı bulmuştu (vii). Son 30 yıldır, daha önce olmadığı kadar popüler olan AHÇ'nin, mezkûr 'devri saadeti'nin kalıcı olup olmadığını zaman gösterecek. Hiç kuşku yok ki, AHÇ'nin asarının, edebiyatımızın immortal kanonuna dahil olduğuna dair, edebiyat otoritelerinde bir kanaat birliği hasıl olduğunda, onun ismi etrafında yapılan 'dahi mi, meczup mu; şairin hası mı, müteşâir mi; çelebi mi dandy mi?' tartışmaları da nihayete erecektir.  
Şiirlerine dair yapılacak titiz okumaların yanı sıra; ona nispet edilen anekdotlardan bazılarının mercek altına alınması sayesinde; edebiyat, sosyoloji ve psikoloji otoritelerinin yorumlarına tâbi olmaksızın, bu tartışmaya (meselenin hakikatiyle mutabakatı kuşkulu olan; ancak, böylesi kişisel ve subjektif bir sahada, en azından şahsi tercihinizi ve duruşunuzu oluşturup tahkim etmenize hizmet edecek olması bakımından da önemli bulduğum) kısmi, özel ve öznel bir cevapla katkı verilebileceğini düşünüyorum. 

Sadece kültür, inanç ve sanatını değil, Hind Kıtası'nın yeme içme alışkanlıklarına da (döneminin imkânlarının izin verdiği nispette) vakıf olmaya çalışan AHÇ, (Hıfzı Topuz'un şahitliğine bakılacak olursa) vapura her bindiğinde, yanına oturduğu kişilere, aktarlardan temin ettiği ve antika bir kutuda muhafaza ettiği kakulelerden ikram eder, bu arada da, 'mideye küşayiş verir, almaz mısınız?' diye eklemeyi de ihmal etmezmiş (viii). Psikanalize tabi tuttuğunuzda, pekalâ hem kibarlık, zariflik ve diğerkâmlık (bonkör, özgeci, altruist), hem naiflik ve hem de 'ilgi (aferin, onay, alkış) peşinde koşma' şeklinde yorumlanabilecek bir davranış olsa gerektir bu.

AHÇ'nin, çok samimi olduğu Adalet Cimcoz’un evindeki bir davette, lezzetine doyamadığı kremalı pastadan bir dilimi cebine atarken yakalanması çocuksuluğuna, bir erişkin gibi davranamamasına, cemiyet kurallarına uyum sağlayamamasına bir örnek olarak gösterilebileceği gibi; yoksunluk duygusunun tetiklediği stoklama fikrinin dikkatsizce tatbik edilmiş bir numunesi olarak da analize edilebilir sanırım. Öte yandan, yine Adalet Cimcoz'un tanıklığına göre, 'Galatasaray’dan Löbon’a yürürken, tanıdığı (Adalet Cimcoz 'tanıma'yı acaba 'karşılaşma' kelimesi yerine mi kullanmıştır?!?) ilk kadına ‘bu sabah sizin için topladım, canım efendim’ diye çiçek vermeye kalkması; reddedildiğinde ise, bu sefer de bir başkasına yanaşarak ‘gözümün nuru, bu sabah sizin için açtı bu güller’ diye serenada girişmesi; Löbon’da masasına davetsizce çöktüğü güzel kadınlara ‘işte sizin için yazdığım son mısralar,‘ diye dizelerini okurken, yanı sıra, masadaki öteberiyi de teklifsizce yeyip içmesi, onun hem ne denli naif ve çocuksu, hem ne kadar girişken ve sıcakkanlı ve hem de aslında cüretkâr bir çapkın olduğuna delâlet ediyor olabilir mi acaba? 

Abartılı ve teatral inşadları (şiir okuması), garip ve savruk kıyafetleri, bulmacamsı tekerlemeler içeren şiirleri yüzünden AHÇ, mizah dergilerinde karikatürleri çizilen, hakkında fıkralar uydurulan 'meşhur' bir kişi olup çıkmıştı. 'Om mani padme hum' şiirinin yayınlanması şaire olan ilginin patlama yapmasına neden olmuş, özellikle de bu şiirin başlığı gençler arasında sık sık tekrarlanan bir 'şiar' haline gelmişti. Kamusal bilinirliği artan ve yolda artık parmakla gösterilen bir figüre dönüşen AHÇ, sokakta sık sık durduruluyor ve mezkûr şiir okuması isteniyordu. Şairin bu isteklerin hiçbirisini reddetmemesi, üstelik de bunu abartılı mimik ve jestlerle gerçekleştirmesi, onun çelebiliğine ve kibarlığına yorulabileceği gibi; sevilmeye, onaylanmaya, olumlanmaya ve alkışlanmaya olan ihtiyacının 'alkışlarla yaşıyorum, onlarsız ben bir hiçim!' fazına erişmiş patolojik bir boyut kazandığına da referans verebilir pekalâ.

6 - Ancak politik biri bu denli apolitik görünebilir!
1981 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçiminin flaş ismi, hiç
şüphesiz, bağımsız anarşist aday komedyen Coluche'tu.
1946'dan itibaren İstanbul'dan bağımsız adaylığını koyduğu milletvekilliği ve belediye başkanlığı seçim kampanyaları sırasında, propaganda için gittiği her mahalde, yüksekçe bir yere çıkması (meselâ kıraathane, pastahane, muhallebici ve lokantalarda, masa örtülerini Romalılar gibi omuzuna atarak masalara fırlaması) ve böylece 'seçmenleri'ne nutuklar irad etmesi, AHÇ'nin en sıra dışı davranışı mıdır, bilinmez. Öte yandan, 'niçin aday oldunuz?' diye sorulduğunda verdiği 'şiirlerim, 
inşadlarım, kıyafetimle senelerdir milletin yüzünü güldürmüş bir şairim; mecliste de neşe ve şetaret havası estirmek ülkümdür' cevabı, gülümsetmekten çok, insanı hüzünlendiren ve hatta üzen bir antitedir. 

AHÇ'den, 1981 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimine bağımsız aday olarak katılıp, çok ses getiren bir kampanya yürüten anarşist komedyen Coluche'un kalitesinde, kapsayıcılığında ve derinliğinde bir politik retorik ve praksisler toplamı beklemenin, hem eşyanın doğasına, hem zamanın ruhuna ve hem de Çelebi ile Fransız sanatçının fıtrat, imkân ve kabiliyetlerine haksızlık etmek olacağının farkındayım elbette (ix). Öte yandan, Türkiye Toplumsal Formasyonu; CHP'li ve DP'lilerin kahvelerini, alış veriş ettikleri esnafı, hatta camileri bile yavaş yavaş ayırmaya başladıkları bir politizasyon, polarizayon ve hiper kamplaşma sürecinden geçerken; beş yabancı dil bilen, Doğu ve Batı kültüründen ve medeniyet dairelerinden haberdar olan bir münevverin, bütün bu sosyo-politik yarılmaların ve toplumsal alt-üst oluşların zerrece farkında olmadığını düşünmek; ona, 'apolitik' kavramının bile kuşatmakta ve tasvirde aciz kaldığı derecede bir siyasal körlük, sosyolojik cehalet ve ideolojik hiçlik nispet etmek anlamına gelir ki, bu kadarı da doğrusu fazladır! Bu durum insanın aklına ister istemez 'bu düzeyde bir apolitiklik ancak bilinçli bir politik tercih icabı olabilir!' ihtimalini getirmektedir.

Şunu demek istiyorum: AHÇ, gelişmiş bir politik bilince sahip olmasa da, 'temsili demokrasi'nin mütemmim cüzü ve sine qua non'u olan seçimlerin hiçbir şeyi esastan değiştirmeyeceği hakikatine, sanatçılara özgü olan o gelişmiş sezgileri sayesinde, erişmiş olabilir. Bu düzeyde bir bilgeliği müktesebatına kattığını varsaydıktan sonra, bu durumun, onupolitik vasatların parodileştirilmesi ve teatral sahnelere dönüştürülmesi gereken imkânlar olduğu kavrayışına götürmüş olmasını da olası bir devam yolu olarak kabul etmemiz makul görülmelidir. Böylece AHÇ, 'adaymış gibi yaparak' 'sahneye çıkmak' imkânına kavuşmakta ve karşısında şov yapacağı 'seçmenleri'nin (seyircilerinin) onayını, aferinini, olumlamasını, takdirini, sevgisini, beğenisini derleme şansı bulmaktaydı. Bu izahatın spekülasyon dozunu yüksek bulup onu reddedenlerin, şairin politikayla olan ünsiyet, irtibat ve iltisakının 'derinlik, orijinalite, kapsayıcılık, otantisite, toplumsal mütekabiliyetten yoksunluk temelli enigmatik karakteri'ni teslim etmekten (ya da, bu varsayıma teslim olmaktan) başka bir çıkar yolları yok gibi gözükmektedir. Metnin ilerleyen bölümlerinde, şairin hayatının bazı antiteleri (fragman, komponent)dillendirdiğim 
bahse konu 'enigma' teması üzerinden okunmaya çalışılacaktır. 

7 - 'İşte bunlar hep enigmatik şeyler!'

AHÇ'nin mezkûr 'politik performansı', en az; kendisiyle aşağı yukarı aynı dönemde ve üstelik de neredeyse aynı ortamlarda yaşayıp üç aşağı beş yukarı aynı çevreler tarafından istiskal edilip değersizleştirilen Ahmet Hamdi Tanpınar (1901 - 1962) ile nasıl olup da 'müşterek bir tepki geliştirmeyi, örgütlemeyi başaramadıkları' ve oldukça uzun sürdüğüne dair elimizde bilgiler olan, ancak ne zaman, nerede ve hangi koşullarda gerçekleştiğine dair en ufacık bir malûmat kırıntısının bile ortalıkta gözükmediği askerlik hayatı kadar enigmatiktir (x)Çelebi'nin hayatındaki enigmatik fenomenler bununla da sınırlı değilidir. Eski tarzda şiirler yazıp bunları yayınlamamayı tercih ederken, Beşir Ayvazoğlu'nun da işaret ettiği üzere, hiç bir öncülü, emaresi, işareti, selefi ve habercisi olmaksızın, aniden, Batılı tarzda ve 'ultra-modern' formdaki 'Cüneyd' şiirini yazıp Ses Dergisi'nde yayınlaması da (1938) bir diğer ciddi muammadır doğrusu. 





















8 - 'Florinalı Nazım' vs. 'Kozmik Şakacı'
Verili Kâinat'ı berhava edip, yerine yenilerini kurabileceğimi sandığım 'manik zirvelerim'i, zerre miskal mertebesindeki atomaltı parçacıklardan bile daha aciz ve ehemmiyetsiz hissettiğim 'depresif diplerim'in izlemesi, onlarca yıldır pençesine dûçâr olduğum bipolar bozukluğun en bariz tezahürleri olsa gerektir. Yazdıklarımın çok küçük bir parçasını paylaşabilmem, zirveden dibe ve dipten zirveye yaptığım bu ani ve çok hızlı geçişler yüzündendir. 'Dillendirdiğim söz'ün tırışkadan şeyler, bütünüyle değersiz zırvalıklar ve çöp mesabesindeki sayıklamalar olup olmadığını anlamak (kontrol etmek, görmek) için, geleceğe seyahat etmeyi ve kültür alemindeki parmak izlerimin 30, 50, 100, 150, 300, 500 ve 1000 sene sonraki akıbetlerine bakmayı ne çok isterdim, bir bilseniz!

Beşir Ayvazoğlu'nun Kâinatça Tanınmış Türk Şiir Kralı Florinalı Nazım ve Şaşalı Edebi Hayatı monografisini de en az He'nin İki Gözü İki Çeşme eseri kadar severim. Hatta (ne yalan söyleyeyim), yukarıda zikrettiğim aktüel uğrakları ve bunların mütekabilleri olan ruh hallerini yaşarken, Florinalı Nazım biyografisinin, trajedi dozunun yüksekliğinden (daha çok da ruhuma, şuuruma acımasızca temas ettiğinden) olsa gerek, en sevdiğim biyografik eser olduğuna hükmettiğim anlar da olmuştur doğrusu . Arkaik korkularımın, bildiğim en kadim endişelerimin, en karanlık karabasanlarımın bazılarının ete kemiğe bürünmüş haline dair olan kimi temaların işlendiği mezkûr eserinde Ayvazoğlu 'Florinalı'nın bir kişi değil, bir 'tip' olduğu'na işaret ettikten sonra şöyle devam eder: 'İhtiraslarıyla kabiliyetleri ve müktesebatları arasında büyük dengesizlik bulunan tipler, sadece edebiyat dünyasında değil, her yerde karşınıza çıkabilir. Ölümsüz bir tiptir Florinalı, her devirde ve her toplumda bol miktarda bulunur. İktidarı ellerine geçirirlerse çok tehlikeli olabilirler. Hatta belki siz bile bir Florinalısınız. (xi), (xii)'

Beşir Ayvazoğlu'nun 'Hatta belki siz bile bir Florinalısınız!' argümanını, bu metinde serdedilmiş onca lâkırdıyı etmiş birisi olarak, üzerime alınmamama imkân var mı? Yok elbette! Peki, bu durum beni yeni ve derin bir depresyona gark eder mi? Pek tabii ki eder! Bundan çıkış var mı peki? Olmaz olur mu; çok şükür var ve o çıkış da Asaf Halet'in kendisiyle alay edenlere karşı bilgece, arifane ve 'çelebice' dillendirdiği 'her şeyde alay yok mu? Kâinat bizimle alay eder. Ben kendi kendimle alay ederim. Vakit kalırsa başkalarıyla alay ediyorum. Başkası beni ciddiye almıyormuş. Ben onları ciddiye almıyorum ki... Dünyada ciddiye alınmayı istemek aptallıktır' argümanında saklıdır.

Evet, AHÇ haklı; Kozmik boyutta Eisntein da bir Ajdar da! Bu durumda dertlenmenin, gama kedere boğulmanın bir manası yok, öyle değil mi? Kendimi 'değersiz, önemsiz, faydasız, gereksiz' hissettiğim mode'larımı yaşarken, bu argümantasyona müracaat ederek 'Kozmik boyutta Eisntein da bir Ajdar da!' deyişini adeta bir mantra gibi çok kereler tekrarlıyor olmam işte bundandır. İşe yarıyor bu 'terapi' ve beni bayağı da rahatlatıyor doğrusu. Öyleyse, akla zarar bu metafizik ve ontolojik kaygılardan sıyrılmanın ve 'Beşir Ayvazoğlu'na 7 Şubat Cumartesi sohbetinde aklıma takılan soruları sorabilecek miyim bakalım?' diyerek Dünyanın gailesine dönmenin zamanı geldi de geçiyor bile. İyi de, Beşir Ayvazoğlu'na zihnimi meşgul eden o malûm 'ontik, epistemik ve kanonik sorular'ı (özellikle de 'kültür aleminin 'Florinalı Nazım'ı, 'Ajdar Anık'ı, ya da bunlara muadil olan kendini, haddini, hududunu bilmez bir başka densizi olup olmadığıma karar vermeme yardımcı olarak ipuçlarını elde etmeme hizmet edecek olanlarını) sormaya muvaffak olsam bile; alacağım cevaplar ya beklediğim ve umduğum kuşatıcılıkta, derinlikte ve doyuruculukta olmazsa ne olacak?!?

Son bir soruyla bitiriyorum:

Peki, ya kendime, Asaf Halet Çelebi'ye, Ajdar Anık'a, Albert Eisntein'a, mevcudat dairesinde iz bırakmak arzu ve hırsına, hayatın anlamına, varoluşun manasına, 
Kozmos'a, Kozmik Şaka'ya dair olan bütün o hakikatleri deşifre edecek şifre çözücülerle, dekode edecek kod anahtarları, Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi Müdürü Mehmet Sait Halet Bey'in evrakı metrukesiyle birlikte 'alem-i gayb'a karışmış iseler şayet, bu durumda ne yapmak icap eder?!?

Bu sorunun cevabı bu metni aşar efendim....

9 - 7 Şubat 2015 etkinliğinin zaman plânlaması:
Etkinliğimizin zaman akışı şu şekilde cereyan edecektir:
13.00 - 14.00: Beşir Ayvazoğlu'nun 'Asaf Halet Çelebi' konulu sohbeti.
14.00 - 14.10: Ara.
14.10 - 18.30: Çoğunlukla bir liradan başlayan açılış bedelleriyle müzayedesi 
gerçekleştirilecek olan eserlerin açık arttırmaya sunulmaları. 

'Okumadan, araştırmadan, paylaşmadan, özellikle de sohbet etmeden yaşayamam!' 
diyenlerdenseniz, 7 Şubat 2015, Cumartesi günü Gezegen Sahaf'daki 'Beşir Ayvazoğlu Sohbeti ve onun hemen ardından gerçekleştirilecek olan kitap müzayedesi sizin için anlamlı bir tercih olacaktır 

Etkinliğin adresi:
Gezegen Sahaf; Meşrutiyet Caddesi, Aslı Han Sahaflar Çarşısı, Galatasaray, Beyoğlu, İstanbul.
iletişim için: Kerime  Yardımcı: 0 212 293 94 87, Sedat Yardımcı: 0 544 786 12 92


dipnotlar:
(i): Beşir Ayvazoğlu için bknz.
(ii): Beşir Ayvazoğlu'nun son kitabı için bknz.
(iii): Kitapla ilgili olarak yazarıyla yapılan bir söyleşi için bknz.
(iv): Asaf Halet Çelebi için bknz.
(v): Tekin Budakoğlu'nun yazısı için bknz.
(vi): Metin Celâl'in yazısı için bknz.
(vii): 12 Eylül dönemi AHÇ için gerçek bir 'basübadelmevt (rönesans, yenidendoğuş, reenkarnasyon)' periyodu oldu. Adam Yayınları'nın şairin toplu şiirlerini 'Om mani padme hum' ismiyle basması 1983’e, Semih Güngör'ün Suffe Yayınları'ndan çıkan 'Asaf Halet Çelebi' başlıklı monografisi 1985'e, Seyhan Erözçelik kurmaylığındaki Şiir Atı’nın Çelebi'ye dair önemli yazıları içeren ikinci sayısını yayınlanması ise Kasım 1986’ya denk düşer.
(viii): Hindistan ve Güney Doğu Asya'nın sıcak yörelerinde yetişen zencefilgiller ailesinden bir çeşit baharat olan kakule; hoş, egzotik, keskin koku ve aroması yüzünden çeşitli yemeklere, tatlılara ve çay gibi içeceklere katılır. Ayrıntılı bilgi için bknz. 
(ix): Gerçek adı Michel Gerard Joseph Colucci (1944 - 1986) olan Fransız komedyen, bağımsız olarak katıldığı 1981 cumhurbaşkanlığı seçiminde, yapılan kamuoyu sondajlarında, oy oranı %14'e vurunca, paniğe kapılan sitemin kimi unsurlarınca ölümle tehdit edilmişti. Onca baskıya rağmen adaylıktaki ısrarı devam edince de, menajeri (aşk cinayeti süsü verilmiş bir tertiple) öldürülerek, seçimden çekilmeye 'ikna edilmişti'. Mezkûr seçimden 5 yıl sonra, bazı çevrelerce 'manidar' bulunan bir motosiklet kazasında hayatını kaybeden Coluche; fikir babası olduğu ve kurulmasına öncülük yaptığı Les Restos du Coeur (Kalp Lokantaları) sayesinde, her gün binlerce yoksulun sıcak yemek yiyebilmesine vesile olmaktadır. Yeteneğini ve sanatını ezilenlerden yana kültürel bir silah gibi kullanması; bahse konu seçim kampanyasında izlediği siyasi hattı ve söz konusu restoran zincirine olan katkıları yüzünden, bu altın kalpli anarşist palyaço, 
Fransızlar tarafından halâ sevgiyle anılmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bknz. https://eksisozluk.com/coluche--338869
(x): Ahmet Hamdi Tanpınar, kendisine karşı bir 'sükût suikastı' yapıldığını dillendirmiş; Metin Celâl, (iv) numaralı dipnotta referans verilen metninde, mezkûr 'sükût suikastı'ndan mülhem olarak, Asaf Halet Çelebi'ye 'alay suikastı' yapıldığına vurgu yapmıştır.
(xi): Florinalı Nazım için bknz.
http://www.yenisafak.com.tr/kitap/reklam-sairi-florinali-nazim-109520
(xii): Kâinatça Tanınmış Türk Şiir Kralı Florinalı Nazım ve Şaşalı Edebi Hayatı, Beşir Ayvazoğlu, 184 s., Kapı Yayınları, İstanbul, 2007. Kitaba erişim için bknz.
http://www.idefix.com/kitap/florinali-nazim-besir-ayvazoglu/tanim.asp?sid=NDRZBL1I7T5TOZPUJ7UH

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder